CHP İçin Politika
Önerileri
2002 Seçimlerinden bu
yana Ak Parti seçim kaybetmedi.
CHP de o tarihten
itibaren seçim kazanamadı.
CHP’liler bu duruma iki
açıklama getiriyor:
1) Seçimlerde hile
yapılıyor.
2) Halkımız aptal, Ak
Parti’nin yalanlarına kanıyor.
Ak Parti’nin verdiği kömüre, patatese kanıp oyunu satıyor.
İki açıklama da gerçekçi
değil.
İlk olarak, Türkiye’de
en iyi, en düzgün işleyen şeylerden birisi seçimler.
Seçimlerde kayda değer
bir hile yapılmıyor.
Seçimlere ilişkin
değerlendirmeyi Ek’te bulabilirsiniz.
İkinci olarak, halkımız
aptal değil.
Onursuz da değil.
Çıkar uğruna oyunu değiştiren, yaltaklanan
kişiler var ama bunlar da sonucu değiştirecek sayılarda değil.
Eski seçimlere bakmak
bile halkın çoğunluğunun ne kadar bilinçli biçimde oy verdiğini bize gösterir.
1973 seçimlerinde CHP
%33 oy oranıyla birinci parti oldu.
CHP 1977’de oy oranını
%41’e çıkarttı.
1989’da yapılan yerel seçimlerde
Sosyal Demokrat Halkçı Parti %29,
Demokratik Sol Parti %9 oranında oy aldılar. Yani, toplamda neredeyse
1977 oranını yakaladılar. Ankara, İstanbul, İzmir, Kayseri başta olmak üzere çok
sayıda belediye sol partilere geçti.
1999’da yapılan genel seçimlerde
Demokratik Sol Parti %22 oy oranıyla birinci oldu. CHP de %9’a yakın oy aldı.
Ak Parti’nin oylarının
2015 7 Haziran seçimlerinde %40’a inip, 1 Kasım seçimlerinde %49’a çıkması da
halkın iradesinin ve akıllılığının başka bir göstergesi.
Demek ki sorun halkta
değil.
Halkın oyu kimsenin
torbasında keklik değil.
Eğer inanırlarsa,
güvenirlerse sol partileri iktidar yapabiliyorlar.
Ak Parti’nin yanlış
yaptığını düşündüklerinde de onu cezalandırıyorlar.
O zaman, önce CHP’nin,
sonra da diğer tüm karşıt görüşlülerin yukarıda yer alan iki gerçek dışı açıklamadan
uzaklaşması gerek.
Ak Parti bir ekonomik
kriz sonrası iktidara geldi.
Birçokları da benzer bir
krizin Ak Parti’yi iktidardan edeceğini düşünüyor.
Haklı olabilirler.
Ama bu düşünce bizi
tembelliğe de itiyor: Biz bir şey yapmayalım, ekonomi bozulsun, Ak Parti
iktidardan düşsün.
Bu tutum bize yakışmaz.
Bizlerin bir şeyler
yapması gerekir.
Ne yapmalı?
Öncelikle Ak Parti’yi
doğru tanımlamalıyız:
1) Ak Parti dış kaynaklı,
hain, satılık bir grubun partisi değildir.
Bu türlü iddialarda bulunmak doğru değildir.
Ak Parti, bu ülkenin, bu toplumun bir partisidir.
Onaylamadığımız politikaları olması Ak Parti’lileri vatan haini, satılık,
düşman şeklinde nitelendirmemize neden olmamalıdır.
2) Ak Parti her işi yanlış
yapan bir parti de değildir. Çok sayıda doğru iş yapmıştır. Bunları takdir
etmek gerekir.
Ama Ak Parti’nin işlerinde çok sayıda yanlış da vardır.
Bunların sergilenmesi de, iktidara gelindiğinde bu yanlışların düzeltilmesi
gerekir.
Ak Parti’nin doğrularını kabul edip yanlışlarını sergilemek yetmez.
Bunlara ek olarak Ak Parti’nin aklının ucundan bile geçmeyecek yeni projeleri,
uygulamaları da yaratmak gerekir.
Ak Parti’nin doğru
icraatlarını şöyle sıralayabiliriz:
1) Ekonomi: Ak Parti
hükümetinin ekonomik uygulamaları genel olarak doğrudur. Bu politikaların
sonucu olarak, dünyada büyük etkisi olan 2008-2009 krizi
kesinlikle Türkiye’yi daha az etkilemiştir.
2) Kürt Açılımı, Çözüm
Süreci: Bu kapsamda yapılan az sayıda şey, örneğin, TRT’nin Kürtçe TV kanalı
açması bile olumlu sonuçlar vermiştir. Yani, bu açılım doğrudur.
3) Ermeni Açılımı: Ermenistan’la
ilişkilerimizin daha iyi hale getirilmeye çalışılması doğrudur.
4) Alevi Açılımı: Bu
kapsamda hemen hiçbir şey yapılmasa da böyle bir açılımın adı bile doğrudur.
5) Roman Açılımı:
Toplumda her zaman aşağılanan, buçuk millet tabir edilen Romanlara karşı
yapılan az şey bile doğrudur.
6) Kıbrıs Açılımı:
Kıbrıs’ta Annan Planı desteklenerek Türkler uluslar arası
hukuk ve kamu oyu önünde ilk defa öne geçmiştir.
7) Özelleştirme:
Günümüzde özelleştirme yapmayan ülke kalmamış gibidir. Türkiye’de özelleştirmeyi
en iyi Ak Parti hükümetleri yapmıştır.
8) Sosyal güvenlik
kurumlarının birleştirilmesi: Dünyanın hemen her yerinde sosyal güvenlik
hizmetleri tek bir kurum tarafından sağlanmaktayken Türkiye’de birbirinden ayrı
üç kurum bulunuyordu.
Ak Parti’nin en iyi
faaliyetlerinden birisi bu kurumları birleştirmek olmuştur.
9) Ulaştırma ve Sivil
Havacılık: Bu alandaki uygulamalar ile sivil havacılık büyük atılım yapmıştır.
Daha önce uçağa binmemiş
milyonlarca kişi uçağa binebilmiştir.
Hemen tüm şehirler arasında bölünmüş yollar ya da otoyollar vardır ve
bu yollarda oldukça konforlu yolculuklar yapılabilmektedir.
Karayollarının yanı sıra
Ankara-İstanbul, Ankara-Konya arasındaki hızlı trenler doğru uygulamalardır.
10) Sağlık: Sağlık
politikaları ile toplumun büyük kesimi sağlık hizmetlerine çok daha kolay ve
ucuz ulaşır hale gelmiştir.
11) Vergi: Ak Parti
hükümeti döneminde vergiler azaltılmıştır.
Örneğin, kurumlar vergisi yüzde 30’dan yüzde 20’ye düşürülmüştür.
Ak Parti’nin
Uygulamalarındaki Yanlışlıklar
Ak Parti karşıtı
hareketin, iyi uygulamaları takdir ederken uygulamalardaki hataları açığa
çıkartıp vurgulaması ve doğruları, daha iyisini önermesi gerekir.
Ak Parti’nin yukarıda
saydığımız iyi uygulamalarına ilişkin olarak şu eleştirileri getirebiliriz:
1) Ak Parti’nin ekonomi
politikası genel olarak doğrudur ama yetersizdir.
Ak Parti döneminde ekonomi ortalama %4 büyümüştür ki bu oran, Ak
Parti’lilerin sıklıkla eleştirdiği koalisyon dönemleriyle aynıdır.
Ak Parti ekonomiyi daha fazla büyütememektedir.
Kendileri de orta gelir tuzağı denilen bir tuzağa düştüğümüzü kabul
etmektedir.
Kaldı ki ekonomi politikası Ak Parti’nin özgün bir politikası değildir.
Bu politikanın temelini 2001 yılında bir sosyal demokrat olan Kemal Derviş
atmıştır. Ak Parti’nin en iyi yaptığı şey bu politikadan genel olarak
sapmamaktır.
Ne yazık ki Kemal Derviş’i en önce sosyal demokratlar görmemezlikten
gelmeye çalışmaktadır.
Dahası, Derviş bu çevrelerde ABD ajanı olarak bile suçlanmaktadır.
Derviş’in sahiplenilmesi ve ekonomik politikaların oluşturulmasında
kendisinden yararlanılması gerekir.
Bunun kadar önemli olan başka bir şey de tabana bu politikaları benimsetmek
olmalıdır.
2) Ak Parti’nin bir
zamanlar en güçlü yanı olan dış politika, en zayıf yeri durumuna gelmiştir.
Şu anda, hemen tüm komşularımızla sorun yaşanmaktadır.
Ak Parti komşularla sıfır sorun sloganıyla işe başlamış ama hiç sorun
yaşamadığımız, bölgenin tek demokratik ülkesi olan İsrail ile ilişkilerimiz de bozulmuştur.
Hükümet bunun nedeni olarak İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk yaparken
İsrail’in Gazze Operasyonu’nda çok sayıda sivili öldürmesini göstermektedir.
Halbuki bu operasyonun nedeni
Gazze’deki Hamas yönetiminin İsrail’e ve özellikle sivillere yönelik
saldırılarıydı.
Ak Parti bu saldırıları kınamadı, karşı çıkmadı.
Ayrıca, Filistinlilerin saldırıları ve İsrail’in karşı saldırıları
hükümetin arabuluculuğa kalkışmasından önce de vardı ve bu saldırılar
arabuluculuğun başlatılmasına engel olmamıştı.
Mavi Marmara olayı ile birlikte de tüm diyalog kanalları kapandı ve İsrail
ile Araplar arasında arabuluculuk olanağı kalmadı.
Ak Parti karşıtı hareketin, hükümetin komşularla sıfır sorun politikasını
benimsemesi, İsrail için de düşmanlığı körüklemek yerine ilişkileri eski haline
getirmeye çalışması gerekir.
3) Ak Parti, Açılım ya da Çözüm
Süreci’yle doğru bir hareketi başlatmıştır.
Kürtçe televizyon kanalı başta olmak üzere Kürtlere zaten hak ettikleri çok
sayıda hak verilmiştir.
Ama aynı zamanda, Ak Parti terör örgütünün bu süre içinde çok sayıda kişiyi
öldürmesine, kentlere, kasabalara silah ve mühimmat yığmasına seyirci
kalmıştır.
Terör örgütü istediği zaman da bu süreci sonlandırıp terörü arttırmış ve
yeniden binlerce kişinin ölümüne neden olmuştur.
CHP’nin bu konuda yapacağı çok şey vardır.
CHP iki şey yapmalıdır:
1-Yeni bir Çözüm Süreci başlatmak.
2- Yeni Çözüm Sürecinde tek bir terör eylemine bile göz yummamak.
Terör örgütü bir daha böyle bir süreci derlenip toparlanma, silah yığma,
hazırlık yapma şeklinde değerlendirememeli.
Çözüm Sürecinde neler yapılabilir?
Sosyal demokrat hareket her zaman Kürtlere yakın bir politika izlerken özellikle
Baykal zamanında Kürt düşmanı bir hale gelmiştir.
Bu tutum değişmeli, Kürt sorununa ilişkin olarak Ak Parti’den de kapsamlı
uygulamalar savunulmalıdır.
Örneğin, özel radyo ve televizyonların saat sınırı olmaksızın Kürtçe yayın
yapmasını önermek gerekir.
Kürtçe eğitim de (ilköğretim dahil olmak üzere)
savunulmalıdır.
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kamu hizmetlerinin Kürtçe verilebilmesine
olanak sağlanmalıdır.
4) Ak Parti’nin Ermeni
Açılımı tıkanmıştır. Bu tıkanmayı Türkleri kırmadan, incitmeden aşmak gerekir.
Sosyal demokrat hareket içinde çok değerli dış politika uzmanları
bulunmaktadır. Bu kişilerin bu politika üzerine kafa yorması doğru olacaktır.
Örneğin, Azerbaycan’ı kırmadan Ermenistan sınırını açmak ilişkileri
geliştirmenin yanı sıra bölge ekonomisini canlandırmada da yararlı olacaktır. Yeni
petrol ve doğalgaz hatlarının Ermenistan üzerinden geçirilmesi de hem maliyeti
düşürür, hem de ilişkileri sıklaştırır. Ermenistan’la ilişkileri sıklaştırdıkça
Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı saldırganlığı da azalır.
5) Alevi Açılımı da
tıkanmış durumdadır.
Cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi başta gelmek üzere bu konuda
Alevilerin haklarını genişletici politikalar izlenmelidir.
6) Roman Açılımı’nda ne
yapıldığı belli değildir.
Romanların özgün kültürlerini korurken yaşam koşullarının iyileştirilmesi
için gereken politikaları Ak Parti karşıtları üretmelidir.
7)
Kıbrıs Açılımı da tıkanan konulardan birisidir.
Tıkanmanın başlıca nedeninin Rumlar ve Avrupa Birliği olduğu doğrudur ama
halen Türkiye’nin yapabileceği çok şey vardır.
Örneğin, Türk birliklerinin tamamı adadan çekilebilir.
Türkiye, Kıbrıs’a her zaman Yunanistan’dan daha yakındır ve olası bir
tehlikede her zaman kısa bir zamanda müdahale edebilir.
Adada Türk askerlerinin kalmasının uzun zamandan beri mantıklı bir nedeni
yoktur. Bu çekilmeyi sosyal demokratlar gerçekleştirebilir.
Bu hareket ordumuzu da maddi ve manevi olarak rahatlatacaktır.
8)
Özelleştirme konusunda Ak Parti çok yol almıştır ama yapılacak daha çok şey
de bulunmaktadır.
Örneğin, THY ısrarla özelleştirilmemektedir.
Sosyal demokratlar bunu savunmalıdır.
Milli Saraylar devlet için mali bir yüktür ve bulundukları durum da içler
acısıdır. Örneğin, hemen her yıl Beylerbeyi Sarayı’nda bir tadilat görülebilir.
Bu sarayların hem gelir getirici hem de adlarına yaraşır hale gelmesi için
özelleştirilmesi yerinde olacaktır.
Yapılacak anlaşmalarla sarayların bazı bölümleri her zaman halka açık olabilir.
Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elindeki çok sayıda üretim tesisi de
özelleştirilmeli ya da kapatılmalıdır.
TSK’nın giysi ya da ilaç üretimi yapmasının gereği kalmamıştır.
Ak Parti bir yandan özelleştirme yaparken bir yandan da milli araba gibi devletçi
ve saçma projelerin peşinde koşmaktadır.
Yine Ak Parti, özelleştirmeyi savunurken özellikle İstanbul Belediyesi
eliyle çok sayıda devletleştirme yapmıştır.
Belediyenin elinde çok sayıda üretim ve işletme tesisi vardır.
İstanbul Belediyesi başta olmak üzere belediyelerin elindeki bu türlü
tesislerin özelleştirilmesi gerekir.
9)
Ulaştırma alanında Ak Parti’nin yanlışları vurgulanmalıdır.
Örneğin, İstanbul Boğazı’ndaki üçüncü köprünün yeri yanlıştır.
Boğazın Karadeniz ucuna yapılan bu köprü, genişliği 2 Km’yi bulmayan bir
boğazı geçmek için fazladan 50-60 Km yapılmasını
gerektirecektir.
Aynı şekilde, İstanbul’a yapılmakta olan üçüncü havaalanının yeri de
yanlıştır.
Uçakla seyahat edenlerin en büyük zorluğu, havaalanından kentin içine
ulaşmanın güç olmasıdır.
Yeni havaalanı bu bakımdan olağanüstü kötü olacaktır.
Ayrıca bu havaalanına yapılacak metro ve kara
yolları da maliyeti arttırmaktadır. Halbuki Atatürk
Havalimanı kent içinde kalmıştır ve metroyla ulaşılabilmektedir.
Sabiha Gökçen havalimanına da metro ulaşmak
üzeredir.
Atatürk ve Sabiha Gökçen
havalimanlarının genişletilmesi, hava limanı sorununu çok daha kolay ve ucuza çözebilirdi.
Ayrıca bu konularda Ak Parti’nin bariz beceriksizliklerine dikkat çekmek de
gerekir:
Demirel, iktidarının 8. Yılında ilk köprüyü yapmıştı. Özal, iktidarının 6.
yılında Fatih Sultan Mehmet köprüsünü dikebilmişti. Ak Parti ise ancak başa
geçişinden 14 yıl sonra üçüncü köprüyü yapmış olacak.
Bir başka yanlış hızlı trenlerin başlangıcında yapılmıştır.
Hızlı trenler iyidir, şu anda hızlı tren için yeni demiryolları
yapılmaktadır.
Ama şu anki hızlı trenden önceki hızlandırılmış tren, var olan demiryolunu
kullanıyordu ve uygulaması 41 kişinin öldüğü feci bir kazayla sonuçlandı.
Bu ilk uygulamayı törenle Recep Tayyip Erdoğan başlatmıştı.
Facianın sorumluluğu iki makinistin üzerine yıkıldı.
Halbuki batı ülkelerinde (ya da
bir doğu ülkesi olan Japonya’da) bu tür bir facia başbakanın bile istifasıyla
ve yargılanmasıyla sonuçlanırdı.
Ak Parti karşıtı hareket bu ilk uygulamadaki yanlışlığı hiçbir zaman yeterince
vurgulayamadı. İletişim alanında 3G’ye ve 4G’ye geçiş de çok geç
gerçekleşmiştir. 4G’nin adının 4.5G yapılması ise yalnızca komikliktir. Ak
Parti karşıtı hareketin burada yapabileceği çok şey görünmektedir. İnternet bağlantıları
ucuzlamalı ve kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
10) Ak Parti’nin sağlık
alanındaki doğru politikalarının sonucunda devletin sağlık giderleri aşırı
derece arttı.
Bunun sonucunda devlet bazı faşizan uygulamalara gitti:
Yeni hastanelerin açılışının izne bağlanması,
özel hastanelerin alacağı doktorların Sağlık Bakanlığı’nın denetiminden
geçmesi, hastaların kontrollerinin ve ilaçlarının mantıksız ve işi zorlaştırıcı
kurallara bağlanması gibi.
Bu noktaların halka iyi anlatılması gerekir.
Aynı zamanda, sağlık maliyetinin düşürülmesiyle ilgili çalışmalara da kafa
yormak, politikalar geliştirmek gerekir. Çünkü insanlara verilen hizmetin bir
bedeli vardır ve bu bedel Ak Parti karşıtları iktidara geldiğinde de
ödenecektir.
Sağlık alanında yapılan bir başka yanlışlık Şehir Hastaneleri projesidir.
Bu projeye göre, her şehre devasa bir hastane kompleksi
yapılacaktır ve tüm sağlık hizmetleri buradan verilecektir.
Kanser hastaları ile grip olan hastaların, doğum yapacak olanların aynı
konuma yığılmak istenmesi mantıklı değildir.
Şimdiki durum daha doğrudur: Şehirlerin içine yayılmış, özel amaçlı
hastaneler.
11) Ak Parti, vergileri
düşürmek gibi iyi bir iş yaparken çok sayıda sektöre ve ürüne farklı katma
değer vergisi oranının uygulanması nedeniyle vergi sistemini karmaşıklaştırdı.
Vergi sisteminin basitleştirilmesi gerekir. CHP’nin bir zamanlar yaptığı basit
ve düz bir vergi oranı şeklindeki önerisi doğrudur ve geliştirilmesi, iyi
anlatılması gerekir. Ak Parti, vergi sistemini ve denetimini muhalifler
üzerinde baskı unsuru olarak kullandı. Bu tür faşizan uygulamaların da sürekli
olarak vurgulanması gerekir.
12) Ak Parti, sosyal
güvenlik kurumlarını birleştirmiştir ama birleşme genel olarak yalnızca ad
üzerinde kalmıştır.
Eski dönemin Emekli Sandığı, SSK, Bağkur düzenlemeleri 4A, 4B ve 4C
şeklinde sürmektedir.
İnsanların çalışmaları, emekli olmaları, aldıkları hizmetler farklılık
göstermektedir. Örneğin, 4A çalışanlarının emeklilik için ödemeleri gereken
prim-gün sayısı 6000 civarındayken 4B çalışanları için bu sayı 9000’dir.
Bu türlü farklılıkların giderilmesi gereklidir ve Ak Parti karşıtı
hareketin projelerinden birisi olmalıdır.
13) Ak Parti’nin en kötü
olduğu alan eğitimdir.
Eğitim berbat bir duruma getirilmiştir. Bu durumun en iyi göstergesi, Ak
Parti dönemi boyunca, öğrencilerin sınavlarda çözebildiği soruların sayısının düzenli
olarak düşmesidir.
Eğitimin sorunları Fatih Projesi gibi projelerle aşılmaya çalışılmaktadır.
Bu türlü projeler anlamsız bir para israfıdır.
Fatih Projesi sınıflarda akıllı tahta, öğrencilere tablet bilgisayar gibi
yüksek teknolojili çözümler demektir.
Halbuki eğitimin sorunu
teknoloji eksikliği değildir.
Eğitimde sorun öncelikle nitelikli öğretmen istihdamı sorunudur.
Öğretmenlerimizin kalitesi ne yazık ki düşüktür ve sayıları da yetersizdir.
2016 itibarıyla halen 60 bin civarında öğretmen açığı vardır ve bu büyük bir
ayıptır.
CHP Tarafından Önerilebilecek Yeni İşler
Yukarıdakiler Ak Parti’nin
sürdürmekte olduğu politikalara ilişkindi.
Ak Parti karşıtı
muhalefetin bunun ötesine geçip Ak Parti’nin aklına bile gelmeyen şeyleri
önermesi, savunması gerekir.
Bunlara örnek olarak
aşağıdakiler verilebilir:
1) Din politikası: Şu anda
Sünni Müslümanların dinsel masraflarının önemli bölümü devlet tarafından
karşılanıyor.
Camileri inşa ediliyor, din görevlilerinin maaşı ödeniyor.
Alevi Müslümanlarsa cem evlerini ve din görevlilerini kendileri finanse
ediyor. Aleviler devletin kendi masraflarını da karşılamasını istiyor.
Ama doğru olan bu değil.
Doğru olan, her cemaatin kendi ibadethanesini ve din görevlilerini
kendisinin finanse etmesi.
Bu amaçla, Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalı.
İnananlar kendi ibadethanelerini ve din görevlilerini finanse etmeli.
Bunun yanı sıra, İmam Hatip okulları ile devlet üniversitelerindeki
İlahiyat Fakülteleri de kapatılmalı.
Devlet okullarında din eğitimine son verilmeli.
Din eğitimi ailelere ve sivil kuruluşlara devredilmeli.
Din eğitimi veren kuruluşlar nefret söylemine karşı ve küçüklerin korunması
amacıyla denetlenmeli.
Bunun dışında bir kısıtlama olmamalı.
Bunu sağlamak için cumhuriyetimizin kuruluşunda gerek duyulan ama şu anda
işlevsiz kalmış bulunan Tevhidi Tedrisat Kanunu’yla Tekke ve Zaviyelerin
Kapatılmasına İlişkin Kanun iptal edilmeli.
Devlet binalarında mescit-camii bulunmamalı.
İsteyen çalışanlar, izinlerinden kullanmak şartıyla, bina dışındaki
ibadethanelerde istediği gibi ibadet edebilmeli.
Ceset yakma tesisleri kurulmalı, isteyenlerin cesedinin yakılmasına olanak
sağlanmalı.
2)
Eğitim Politikası: Öncelikle öğretmen açığı giderilmeli.
İkinci olarak, öğretmenlerin performansları izlenmeli ve düzeltilmeli.
Her düzeydeki okulda, öğrencilerin ve velilerin öğretmenlerin performansını
değerlendirebilmesi sağlanmalı.
Öğretmenlerin terfileri ve maaşları bu değerlendirmelere bağlı olmalı.
Performansı kötü olan öğretmenlerin işine son verilmeli.
Çünkü onların performans kötülüğü gelecek nesillerde kötü izler bırakmakta.
Üçüncü olarak, Fatih Projesi gibi para israfı projeler iptal edilmeli.
Üniversiteler de dahil olmak üzere, öğrencilere besin
takviyesi yapılmalı.
Devlet, özel okullarda okuyan öğrencilerin her biri için, koşulsuz olarak
yardımda bulunmalı, bu şekilde, devlet okullarının üzerindeki yükü
azaltmalıdır.
3)
Sağlık Politikası: Ak Parti’nin getirdiği, özel hastane açılmasına, özel hastanelere
doktor ve ekipman alımına ilişkin kısıtlamalar
kaldırılmalı.
ABD ve AB ülkelerinde ruhsatı alınmış ilaçların Türkiye’de ayrıca bir
ruhsat alımına gerek kalmadan doğrudan satışı yapılabilmeli.
Türkiye’nin sağlık giderlerini azaltmaya katkıda bulunacak klinik araştırma
sektörünün önü açılmalı. Tıp fakültelerindeki eğitimin düzeyi yükseltilmeli.
4)
Ticaret ve Sanayi Politikası: Bu alandaki kısıtlamaların çoğu kaldırılmalı.
Örneğin, kullanılmış makinelerin, bilgisayarların, telefonların vb. cihazların
ithalatı şu anda yasaktır.
Çünkü bu yasağı koyan memurlar, ithalata izin verilirse insanların
kandırılacağını ve hurda makinelere büyük para döküleceğine inanmaktadır.
Halbuki insanlar kendi
çıkarlarını memurlardan daha iyi düşünebilir.
Ak Parti, ithal kumaşlara ve ayakkabılara yüksek gümrük vergisi uygulamak
gibi popülist ve yanlış uygulamalara gitmektedir.
Bu tür ayrıcalıklar kaldırılmalı.
Ticaret ve üretim yapmak, ithalat ve ihracat yapmak basitleştirilmeli ve
ucuzlamalı.
Örneğin, devlete büyük bir katkısı olmayan ama özel sektör için bıktırıcı
bir nitelik taşıyan harç ve resimler kaldırılmalı.
İşletmelerin kullandığı elektrik, su ve doğalgazın daha pahalı olması
önlenmeli.
Ayrıca, ticaret ve sanayi işiyle uğraşanların mesleki örgütlere zorunlu olarak
üye olmaları uygulaması kaldırılmalı.
Bu örgütler şu anda yalnızca yöneticilerinin daha da zengin olmasına ve
siyasi güç elde etmesine yarıyor.
İşe giriş-çıkış işlemleri basitleştirilmeli.
Örneğin, ev işlerine yardımcı olanların
sigortalanması olağanüstü bürokratik bir işlem.
Bunu yapmak istediğinizde evinizi bir işyeri olarak tanımlamanız gerekiyor.
Yani, evinize iş yeri açıyorsunuz.
Asgari ücret konusunda bölgesel uygulamaya gidilmeli.
İstanbul’daki yaşam koşullarıyla Yozgat’taki yaşam koşulları aynı değil.
Dolayısıyla asgari ücretlerin de farklı olması gerekir.
Başka ülkelerde de buna benzer uygulamalar var.
Örneğin Filipinler’de asgari ücret 16 bölge için ayrı ayrı
belirlenmektedir.
Internet Cafe’ler, oteller ve araba kiralama firmaları üzerindeki
kısıtlamalar kaldırılmalı.
Otellerin ve araba kiralama firmalarının müşterilerini günlük olarak
Emniyet Müdürlüklerine bildirmesi gibi faşizan uygulamalar kaldırılmalı.
Arabalarda yapılan modifikasyonlara daha fazla izin verilmelidir.
Örneğin, fabrika çıkışında camları boyalı olan arabalara izin varken bir
arabanın camını sonradan boyatamamak haksızlıktır.
Taşıtların 10 numara yağ da dahil olmak üzere
farklı yakıtlar kullanabilmesi sağlanmalıdır.
5)
Güvenlik Kurumları: Askerliğin bütünüyle profesyonel olması hedeflenmeli.
Bu hedefe ulaşana kadar da asker sayısı azaltılmalı, askerlik süresi
kısaltılmalı. Askerlerin milyarlarca doları bulan projeleri (1 milyar dolarlık helikopter
gemisi projesi gibi) iptal edilmeli. Bu türlü silahlardan gerçekleştirilmiş
bulunanlar da satılmalı.
Güvenlik kurumlarında kadınlara daha fazla yer açılmalı.
Astsubayların ve düz polis memurlarının ilerleyebilmesi, rütbe alması
kolaylaştırılmalı.
Polislerin mesleki güvenceleri sağlanmalı, atanmaları siyasilerin inisiyatifinden çıkarılmalı.
6)
Tarım ve Hayvancılık Politikası: Fiskobirlik, Tigem ve TMO gibi devlete ait
tüm işletmeler ve birlikler tasfiye edilmeli.
Tarım ithalat ve ihracatında denetlemeci olmaktan çok engellemeci olan
Şeker Kurulu gibi kurullar da kaldırılmalı.
Halkımız et ürünlerini çok pahalıya tüketmektedir.
Halbuki ABD ve AB ülkelerinde
et-süt ürünleri ucuzdur.
Bu nedenle, et-süt ürünleri üzerindeki ithalat yasakları kaldırılmalı.
Ancak bu şekilde, et-süt üretimimiz de kendisine çeki düzen verebilir.
Yanlış bir karar olan GDO’lu tarım yasağı kaldırılmalı, tarımsal üretimde
verimliliği arttırmak için GDO’lu tarım yapılmasına izin verilmeli.
Ülkemizde halen normal zamanlarda ekmek, Ramazan geldiğinde de pide
fiyatları devlet tarafından belirleniyor.
Bu durumun perde arkasında, fiyatlar serbest bırakılırsa bu ürünlerin
fiyatının aşırı artacağı gibi serbest piyasa mantığına hiç uymayan bir düşünce
var.
Ekonomimizin geldiği aşama açısından saçma ve gereksiz bir durum bu.
Burada da serbest piyasa geçerli olmalı.
Aynı şekilde, belediyelerin halk ekmek fabrikaları da özelleştirilmeli.
7) İstanbul Politikası: Şu
anda Ak Parti’nin İstanbul’a yönelik planları, İstanbul’un daha da
büyütülmesine yöneliktir.
Doğru olansa bunun tam tersidir: İstanbul küçülmelidir.
Çünkü İstanbul bu haliyle kaldıkça, daha da kötüsü, büyüdükçe, yapılacak
her şey İstanbul için yetersiz kalacaktır.
İstanbul’u küçültmek için İstanbul içindeki fabrikalar, finans kuruluşları
alan olarak daha uygun ve insanlara çekici gelen bir yere taşınmalı.
Konya-Karaman bölgesi bunun için idealdir.
Kurumlara bu bölgeye taşınması için teşvik verilmeli:
Örneğin, kurumlardan 10 yıl süreyle vergi alınmayabilir.
Bu teşvik, vergi kaybına neden olacaktır ama öte yandan İstanbul’a her yıl
yapılan milyarlarca liralık yatırım da yapılmayacaktır.
Konya-Karaman bölgesi Antalya, Mersin gibi Akdeniz kıyısındaki şehirlere
yakındır. Bu durum o bölgeyi insanlar için çok çekici kılacaktır.
Bu proje CHP’nin en başarılı projelerinden birisi olan Merkez Türkiye
projesine benzer.
O projede yalnızca bir lojistik merkezi düşünülüyordu.
O bölgenin lojistik merkezi olmasının yanı sıra bir sanayi, ticaret ve
finans merkezi olması da mümkün.
Yeni yaratılacak bölge milyonlarca kişiyi İstanbul’dan çekip alabilir. İnsanlar
trafikte saatler harcadıkları, pahalı bir şehirde yaşamaktansa, hafta
sonlarında 1-2 saatlik yolculukla deniz kıyılarına
ulaşabilecekleri bir yerde yaşamak isteyecektir.
8) Eşcinsellere Yönelik
Politika: Güvenlik kurumları dahil olmak üzere, eşcinsellere
yönelik yasaklar kalkmalı.
Eşcinseller asker, polis, futbol hakemi vb. olabilmeli.
Eşcinsel evliliklerine izin verilmeli.
9)
Konut Politikası: Ak Parti, TOKİ eliyle konut yapıp satılması gibi bir
politika izlemektedir. Bu politikanın çok sayıda sakıncası vardır; konutların
kalitesinin düşük olması, yaşanan yolsuzluklar vb.
Oysa, en üretken ve başarılı sosyal
demokratlardan birisi olan Murat Karayalçın, devletin konut değil nitelikli
arsa üretmesi gerektiğini savunur.
Bu nedenle, TOKİ’nin arsa üretmeye yönlendirilmesi gerekli.
Konut üretimi özel şirketlere bırakılmalı.
10) Bilim ve Teknoloji
Politikası: Tübitak ve Kosgeb gibi kuruluşlar amaçlarından çok uzaklaşmıştır ve
açıkçası baştaki amaçlarına gerek de kalmamıştır.
Kosgeb’in elinden tutup geliştirdiği küçük işletmeler yok denecek kadar
azdır. Tübitak’ın elli yıllık tarihinde ne gibi bilimsel ilerlemelere,
gelişmelere imza attığı belli değildir.
Teknokentler de yalnızca vergi indirimi anlamına gelmektedir ve
yararsızdır.
Bu kuruluşlar kaldırılmalı.
TPAO ve TPIC gibi kuruluşlar da kapatılmalı ve petrol-doğal gaz aramaları
tümüyle özel sektöre bırakılmalı.
Buna karşılık, CERN gibi araştırma ve bilim merkezlerine tam üye olunmalı.
CERN benzeri her uluslar arası projede Türkiye de
tam üye olarak yer almalı.
11) Ulaştırma Politikası: Tüm
şehirlerde bisiklet yolları yapılmalı.
Metronun kullanıldığı yerlerde dolmuş-minibüs-halk otobüsü gibi taşıtlar
kaldırılmalı.
12) Nükleer Enerji
Politikası: Ak Parti, nükleer enerji konusunda beceriksizce davranmıştır.
Hükümetin hazırladığı Nükleer Santral ihalesine tek firma katıldığı için bu
ihale iptal edilmiş ve santralların devletler arasında
anlaşmalar yoluyla yapılması kararlaştırılmıştır. Bu politika özel sektöre
inanan bir hükümetin politikası değildir ve hukuken de yanlıştır. Sosyal
demokratların nükleer enerji konusundaki reddedici politikalarını değiştirip,
özel sektör eliyle çok sayıda santral yapımını savunması gerekir.
13) Kamu Harcamaları
Politikası: Ak Parti başa geldiğinde, kendisinden önceki koalisyon hükümetinin
yaptığı Tekel Bakanlığı kulelerini bir israf göstergesi olarak niteledi ve bu
kuleleri sattı.
Sonrasındaysa sürekli olarak yeni kamu binaları yapıldı.
Kamu kuruluşlarının kullandığı bina sayısı sürekli arttı.
Her kurum bulunduğu binaya sığamadığını iddia ediyor ve kendisine yeni,
görkemli binalar yaptırıyor.
Bu durumun önüne geçmek gerek.
Yeni binalar yapılmamalı, var olan binalar da daha etkin kullanılmalı.
Bu konuda Yıldız Holding (Ülker Grubu) örnek alınabilir.
Yıldız Holding’de her makamdaki kişinin odasının ne büyüklükte olacağı
belirlenmiş. Benzer şekilde, kamuda da bina kullanımına ilişkin kurallar
getirilmeli.
Kamudaki israf kaynaklarından birisi de bilişim yatırımları.
Devlet şu anda her yıl 3-4 milyar TL tutarında
bilişim harcaması yapıyor.
Bu harcamaların önemi kısmının gereksiz olduğu söylenebilir.
İsrafın başlıca nedeni, kamu kuruluşlarının ellerindeki bilişim
donanımlarının garantisi bittikçe yeni donanım almaya yönelmesi.
Halbuki bu durumda, garantisi
biten donanımlar için bakım ihalelerine çıkılabilir.
Bu durum aynı zamanda bilişim firmalarının da becerilerini arttıracaktır.
Kamu içinde, özel sektörle yarışan kurumlar kapatılmalıdır.
Örneğin, son derece başarılı TV ve radyo kanallarımız varken TRT ve Anadolu
Ajansı gibi kurumların olmasının anlamı yoktur.
Yine yararsız bir kurum da muhtarlık kurumudur. Ne iş yaptığı anlaşılmayan
ama devletten ve vatandaştan para alan (ve hep daha fazlasını isteyen)
muhtarlara gereksinimimiz yoktur. Muhtarlık kurumunun kaldırılması da önemli
bir tasarruf sağlayacaktır.
Bir başka israf kaynağı TBMM’dir. TBMM’nin masrafları olağanüstü fazladır.
Çalışan sayısı bile bu durumu göstermeye yeter: 500 kadar milletvekiline
karşılık 5000 kadar çalışan bulunmaktadır.
Öncelikle milletvekili sayısı düşürülmeli.
Küçük şehirlerin en az 1 milletvekili çıkarması kuralı terk edilmeli, küçük
şehirlerin birkaçının tek bir milletvekili çıkarması sağlanmalı.
Sayıları azaltılan milletvekillerine hizmet verecek kişilerin sayısı da
düşürülmeli.
14) Yerel Yönetimler: CHP çok sayıda şehirde ve ilçede belediye yönetiminde bulunuyor.
Bu belediyeler genel olarak iyi iş çıkarmıyorlar.
Yaptıkları iş çoğunlukla Ak Parti politikalarının kötü kopyaları:
Yoksullara yardım, cenaze benzeri organizasyonlara katılmak, büyük
festivaller ve eğlenceler düzenlemek.
Yine bu belediyeler aynen Ak Parti belediyeleri gibi fazlasıyla yolsuzluk
iddialarıyla çalkalanıyor.
Belediyelerde aşırı istihdam söz konusu.
Yerel yönetimler CHP’nin bir fark yaratabileceği, ülke düzeyinde de
iktidarı hakkıyla yürütebileceğini gösterdiği yerler olmalı.
Bunun için her şeyden önce bütçe denkliğine dikkat etmeleri sağlanmalı.
Borçlu belediyeler Ak Parti’ye özgü kalmalı.
İkinci olarak, yolsuzluklar giderilmeli.
Yolsuzluklar için Kemal Kılıçdaroğlu’nun kesin hesap komisyonu önerisi örnek
alınabilir.
Kılıçdaroğlu iktidara geldiklerinde mecliste bir kesin hesap komisyonu
kuracaklarını, bu komisyonun başına muhalefet partisinden birisinin geçeceğini ve
iktidarın mali uygulamalarının bu komisyonla denetleneceğini söylemişti.
Bunun aynısı yerel yönetimlerde yapılabilir.
Belediyelerde bir komisyon kurulabilir ve başına diğer partilerden birisi
getirilip hesapların, yolsuzluk iddialarının araştırılması sağlanabilir.
Yerel yönetimler şu anda yaptıklarına ek olarak, daha önce yapılmamış
şeyler yapabilirler.
Örneğin, her belediye bir Shakespeare tiyatrosu kurabilir ve yıl boyunca
Shakespeare oyunları bu tiyatrolarda sergilenebilir.
Yine belediyeler robot programlama, mobil uygulama geliştirme kursları açıp
gençleri geliştirebilir ve onları daha nitelikli hale getirebilir.
Belediyeler bilim merkezleri kurup çocuklara ve gençlere bilimi sevdirmeye çalışabilir.
Ek- Seçimlerde Hile Yapılıyor mu?
Son sözü baştan söyleyebilirim: Seçimlerde hile
yapılmıyor!
Çok sayıda kişi “Seçimlerde hile yapılıyor.” derken benim hile
yapılmıyor dememin nedenleri var.
Nedenlerimin yanı sıra yeterli deneyim ve birikimimin de olduğunu
düşünüyorum:
30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde ve 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı
Seçimleri’nde CHP adına sandık kurullarında bulundum.
7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 Seçimleri’nde de CHP Genel Merkezi’nde
bulundum. Seçim sistemlerinde kullanılan sunucuların sorumlusu olarak çalıştım.
Şimdi “Hile yok” dememin nedenlerini anlatayım:
1) Oy verme süreci
bakımından hile yapmak teknik olarak çok mümkün değil.
Sandık başında oy verme
sürecini şöyle anlatayım: Her sandık için bir sandık kurulu oluşturulur.
Sandığın bir başkanı, başkan yardımcısı ve üyeleri bulunur. Benim sandık
kurulunda olduğum seçimlerde başkan ve başkan yardımcısı devlet memurlarından
seçiliyor, üyeler parti temsilcileri oluyordu. Son iki seçimdeyse sandık kurulu
başkanı da partiler tarafından öneriliyor ve kurayla seçiliyor.
Oy verme işlemi sandık
kurulu tarafından yönetiliyor. Oy verme işlemi tamamlanınca da oylar sandık
kurulunun ve isteyen her vatandaşın önünde sayılıyor.
Oy sayımı tamamlanınca
bir sandık tutanağı hazırlanıyor. Bu tutanak, sandık kurulunun başkanı ve
üyeleri tarafından imzalanıyor.
Tutanağın birden fazla
kopyası hazırlanıp her üyeye veriliyor. Hatta sandık kuruluna üye olmayan ama
istekte bulunan vatandaşlara da veriliyor.
Sandık kurulu başkanı,
tutanağı, oylar ve diğer malzemelerle birlikte ilçe seçim kuruluna götürüyor.
Orada sandık tutanağı bilgisayar sistemine (Seçsis) geçiriliyor.
Aynı zamanda, sandık
tutanağı ve oy çetelesi denilen belgeler taranıyor ve resim olarak da
saklanıyor.
Yüksek Seçim
Kurulu, Seçsis’e girilen bilgileri, sandık tutanağı ve çetele
resimleriyle birlikte, partilere İnternet üzerinden aktarıyor. Bu işi de
oldukça iyi yaptığını söyleyebilirim.
Partiler de bu arada boş
durmuyor; sandık kurulundaki parti üyelerinin aldığı tutanak bilgisi hemen
partilerin seçim sistemine giriliyor.
Partiler YSK’dan gelen
bilgilerle kendi görevlilerinin girdiği bilgiyi karşılaştırıp eğer bir
uyuşmazlık varsa araştırmaya başlıyor ve gerekirse seçim kurullarına itiraz
yapıyorlar.
Süreci böyle özetleyince
hile yapmanın ne kadar zor (ya da aptalca) olduğu anlaşılıyor. Partiler sürekli
olarak YSK bilgilerini ellerindeki bilgilerle karşılaştırdıkları için hile
yapmak mümkün değil.
Ama aptallığın sonu yok.
30 Mart yerel seçimlerinde İstanbul Kağıthane’deki hileyi
duymuş olabilirsiniz. Tutanakların bilgisayara girilmesini sağlayan bir görevli
sonuçları değiştirdi; CHP’nin oylarını azaltırken Ak Parti’nin oyunu arttırdı.
Bu yapılan işi
aptallıktan başka bir şey değildi. CHP’deki sistem ve bağımsız organizasyonlar
uyuşmazlığı fark etti, itirazlar yapıldı, sahtekarlığı yapan görevli bulundu
ve 4.5 yıl hapse mahkum oldu.
1) Yukarıda anlattığım
süreç hile yapmanın neredeyse mümkün olmadığını, hile yapmaya çalışmanın
aptallık olduğunu gösteriyor. CHP’nin sistemi de genel olarak seçimlerde sorun
olmadığını gösteriyor:
7 Haziran seçimlerinde
CHP’deki sistemimiz yaklaşık 850 uyuşmazlık saptadı. 1 Kasım seçimlerindeyse
uyuşmazlık sayısı 750 civarında oldu.
CHP merkezinde kurulan
organizasyon ile yaklaşık 100 gönüllü bu uyuşmazlıkların peşine düştü.
Gönüllüler öncelikle ilgili sandığın görevlilerini bulmaya çalıştılar. Bulunca
da uyuşmazlığı netleştirmeye çalıştılar. Uyuşmazlıkların çoğunun görevlilerin
yanlış girişinden kaynaklandığını söyleyebilirim. Böyle olmayan az sayıdaki
olay da yine CHP merkezinde oluşturulan hukuk merkezi tarafından incelendi ve
gerekli itirazlar yapıldı.
2) CHP dışında, Oy ve
Ötesi, Ankara’nın Oyları gibi gruplar da bağımsız olarak seçim sürecini
izlediler. Onların bulguları da aynı şekilde, seçimlerde hile yapılmadığını
gösteriyor. Oy ve Ötesi, 4 Kasım’da gazetelerde yayınlanan raporunda şöyle diyor:
“Resmi sonuçlarla karşılaştırdığımızda, Türkiye
genelinde kullanılan 48 milyona yakın oydan 10 bine yakınında (yüzde 0.02),
uyuşmazlık tespit ettik. Bu uyuşmazlık oranının seçimin nihai sonucunu
etkilemeyecek oranda olduğunu söyleyebileceğimiz gibi, 7 Haziran 2015 Genel
Seçimlerinde tespit ettiğimiz uyuşmazlıktan da az olduğunu belirtiriz.”
3) Son olarak kamuoyu
yoklamalarını söyleyebiliriz. Kamuoyu yoklamaları bilime dayanıyor. Seçim
çalışması yapan çok sayıda şirket var. Bu şirketler genelde seçim sonucunu
oldukça iyi tahmin ediyor. Eğer seçimlerde hile yapılmış olsaydı sonuçlar,
kamuoyu araştırma firmalarının bulduğundan çok değişik çıkardı.
Peki, olay böyleyken her seçimde bitmeyen hile iddiaları nereden çıkıyor?
Biraz siyaset arkeolojisi yaparsak bu iddiaların 1994’teki yerel seçimlerle
başladığını görürüz.
1989’da yapılan yerel seçimlere sol partiler büyük başarı gösterdi. Üç
büyük il başta olmak üzere belediyelerin çoğu sol partilere geçti.
Sol partiler ellerine geçen fırsatı iyi değerlendiremediler, iyi bir yerel
yönetim sergileyemediler. Örneğin, İstanbul’un o dönemi temizlik işçilerinin
grevi nedeniyle çöplerle anılır. Aynı zamanda, yine İstanbul’da sol belediye su
sıkıntısını da çözememişti. Bu beceriksizliklere bir de İSKİ skandalı gibi
yolsuzluk olayları eklenince 1994 seçimleri büyük bir hezimet oldu.
Hezimetle birlikte seçimde hile iddiaları başladı. İddialarla birlikte
oylar yakılmış ya da çöpe atılmış olarak da bulundu.
Ben o iddiaları o dönem sol partiler içinde bolca bulunan yoz kadrolara
bağlıyorum. Bu kadrolar seçim yenilgisini kabul edip bundan ders çıkarmak
yerine kolay yolu seçip sahtekarca iddialar
öne sürdüler. Sol seçmenin önemli bir bölümü de ne yazık ki bu gerçekdışı
söylentilere inandı.
Artık bu iddiaların sonu gelmeli.
CHP’ye oy verenler bu iddialara prim vermemeli.
Seçim yenilgisini olgunlukla kabullenip bir sonraki seçim için ne
yapabileceklerine kafa yormalılar.
Seçimde hile var diye halen diretenlere de kanıt sormalılar.