ROBERT NOYCE
Murat Yıldırımoğlu
Robert Noyce, dünyanın en başarılı bilgisayar donanım
firması olan Intel’in kurucularından birisi.
Robert Noyce 1927 yılında Iowa eyaletinde doğdu. Babası papazdı.
Büyükbabası ve büyükbüyükbabası da papazdı. Ama Noyce papaz olmayı
düşünmüyordu. Daha çok öğretmen olmayı planlıyordu. Tekniğe ve mekaniğe karşı
ilgisi büyüktü. Gençliğinde hurdaya çıkmış bir çamaşır yıkama makinesinin
benzinli motorunu bisikletine monte etmeyi başarmıştı. Bisiklet sürerken üşüyen
ellerini ısıtmak içinse bir araba aküsü ve yandığında çık ısı yayan bir ampül
kullanıyordu. Abisi ile birlikte Popular Sciense dergisinde gördükleri planları
kullanarak küçük bir uçak bile yapmışlardı.
Parlak bir okul hayatı vardı. Lise sondayken
yakınlarındaki bir üniversitenin
birinci yıl fizik derslerini de alıyordu. Üniversitede başarılı bir öğrenim
görürken yüzme takımında yarışıyor, bir radyo istasyonunda piyeslerde rol
alıyordu. 1949 yılında hem matematik hem fizik bölümlerinden mezun oldu.
Üniversitenin sol sınıfında transistör ile tanıştı.
Transistörün teknolojik olarak önemli bir rol oynamasına daha çok vardı ama o
geleceğin transistörde olduğunu farketti.
Doktorasını, ünlü Massachutes Teknoloji Enstitüsünde (MIT),
fiziksel elektronik dalında yaptı. Doktora bitiminde, 1953 yılında evlendi.
Doktorasını tamamladığında IBM, RCA, AT&T gibi prestijli
firmalardan iş teklifi aldı ama çalışmak için Philco firmasını seçti. Çünkü Philco transistörlerle ilgileniyordu.
Philco’da geçirdiği üç yıldan sonra transistörü icat eden
William Shockley’den iş teklifi aldı. Shockley o sıralarda Nobel almak
üzereydi, konusunda bir otoriteydi ve
konuyla ilgili herkes onunla çalışmak için can atıyordu. Noyce ve karısı iki
çocuklarını da alarak Shocklye’in yanına, Silikon Vadisine, göç ettiler.
Shockley piyasada daha fazla kullanımını sağlamak için
tansistörü ucuza üretmeyi planlıyordu. Bunun için Silikon Vadisinde özel bir
laboratuvar kurmuştu.
Ama Noyce’un hevesi kursağında kaldı. Shockley pek normal
birisi değildi. Hiçkimseye güvenmiyor ve teknik sırlarının çalınacağından
korkuyordu. Bu yüzden sürekli olarak çalışanları kontrol ediyor, onları sürekli
gözetim altında tutuyordu. Hatta bazı kişileri yalan makinesine soktuğu ve bazı
psikolojik testlere tabi tuttuğu bile söyleniyordu. Laboratuvardan bir iş de
çıkmıyordu.
Sonunda, 1957 yılında Noyce ve yedi arkadaşı ayrılıp kendi firmalarını kurdular.
Firmalarının ismi Fairchield idi. Robert Noyce 30 yaşındaydı.
Fairchield iki katlı bir depo eskisinde kuruldu. Ama burada
kısa zamanda dünyanın iyi yarıiletken laboratuvarını oluşturdular.
1958 yılının sonlarında Fairchield büyük elektronik
firmalarına transistör satar duruma geldi. Elektronik firmaları, çok yer
kaplayan vakum tüpleri yerine transistör kullanarak ürünlerinde devrim
yaptılar. Ama transistöre dayanan bir bilgisayar fikri halen pratiklikten
uzaktı.
Noyce, 1959 yılında transistörü yaygınlaştırmak için, bir devreyi
oluşturan herşeyi, yani dirençleri,
kapasitörler, transistörleri ve iç bağlantıların hepsini aynı silikon
üzerine yerleştirmeyi planladı. Elektrik sinyalleri silikonun üzerinde ince bir
film tabakası şeklinde gerçekleştirilen yollarla aktarılacaktı. Altı ay önce
Texas Instruments’dan Jack Kilby de benzer bir düşünce geliştirmişti. Ama onun
önerisinde yonga üzerindeki elemanlar çok ince altın yollarla birbirlerine
bağlanıyordu. Üstelik bu yolları elle bağlamak gerekiyordu. Noyce’un çok daha
pratik olan önerisi onun tümleşik devrenin babası olarak adlandırılmasını
sağladı (Bu arada Texas Instruments ile Fairchield patent konusunda
anlaşamadılar ve 10 yıl sürecek bir hukuk savaşına giriştiler. Sonunda da
anlaşmaya vardılar.)
Küçük, kişisel bilgisayar çağını mümkün kılan şey transistör
değil tümleşik devrenin bulunuşu oldu. Noyce “Ilk başlardan beri tümleşik
devrelerin ana kullanım amacının bilgisayarlar olduğunu düşündüm” diyor. Ama
1960’ların başında hiçkimse, Noyce dahil, tümleşik devrenin nereye kadar
gideceğini hesaplayamıyordu.
“Bilgisayarın maliyetinin milyonlarca
dolardan yüzbinlerce dolara inebileceğini görebiliyorduk. Ama bin dolara
bir PC-yok bu kadarını düşünmüyorduk doğrusu.”
Tümleşik devrenin tutunması yavaş oldu. Fairchield’ın ilk
yongası 1960 yılında piyasaya sürülen bir flip-flop devresiydi. Üstünde dört
transistör ile 2 direnç vardı ve fiyatı 120 dolardı. Fiyatının yüksekliği
yüzünden siparişler yalnızca ordudan ve NASA’dan geliyordu. Ama yonga üretim
teknikleri geliştikçe fiyatlar düştü. 1964’e kadar 100 transistörlük bir
devrenin fiyatı 50 dolarlara düşmüştü ve bu devreleri kullanan bilgisayarlar
piyasaya sürülmeye başlanmıştı.
Fairchield piyasadaki en yetenekli insanlar için yol
gösterici bir niteliğe sahipti. Bu alana yatırım yapmak isteyen risk
sermayedarları sayesinde Fairchield bir
firma üretim merkezi oldu. 1960 ile 1968 yılları arasında en az sekiz firma
Fairchield’dan ayrılan kişilerce kuruldu. Noyce bunu şöyle açıklıyor: “Biz en
parlak, en hırslı, en yetenekli insanları çalıştırdık. Onlar da şöyle
düşündüler: Eğer patronlarımız yapabiliyorsa biz niye yapamayalım? Böylece
birçok firma türedi.” Bütün bu ayrılmalar ve ayrılanların yarattığı rekabet
yüzünden Fairchield kötü bir duruma düştü ve ilkönce Schlumberger firmasına, sonra
da rakibi National Semiconductor’a satıldı.
Fairchield sektörün en parlak firmalarını kuran yetenekli
insanlar için bir bakıma okul oldu. Bu
okuldan ayrılanlar birçok teknik ve idari bilginin yanısıra, şirket kültürünü
de yanlarında götürdüler. Fairchield’ın şirket kültürü entegre devreden sonra
Noyce’un ikinci büyük icadıydı. Bu kültür eşitlikçi ilkelere dayanıyordu. Noyce
“Hiçbir zaman yukardan aşağıya empoze edilen bir otorite sorunu olmadı.” diyor.
“Otorite, aşağıdakiler tarafından kabullenilen, onaylanan bir otorite idi.” Çalışan kişiler eşit
haklara sahiptiler. Örneğin, yöneticilerin
ayrı bir park yeri, büyük çalışma odaları ve ayrı bir yemek salonları
yoktu. Burada mevkilerin değil düşüncelerin önemi vardı. Tümleşik devreleri
daha iyi bir şekilde üretmek için bir çözüm bulan yeniyetme bir mühendis bile
bu organizasyon içinde çabucak yükselebilirdi. Yapmaları gereken tek şey bir toplantıda kalkıp düşüncelerini
belirtmekti. Noyce’un kapısı da bu türlü mühendisler için herzaman açıktı.
Isteyen herkes istediği kadar sorumluluk ve yükümlülük alabilirdi.
Ama bu yüksek teknoloji cennetinin de sorunları vardı. En
yetenekli insanların pıtırak gibi çoğalan diğer firmalara geçmeleri şirketi
yaralıyordu. Üstelik yonga üretiminden elde edilen karlar şirketin diğer diğer
faaliyetleri tarafından yutuluyordu. Noyce şirket yönetimine terfi ettiğinde
şirketin diğer yöneticilerinin yalnızca kendi çıkarları için çalıştıklarını
daha rahat görebildi. Yönetimin getirdiği yüklerden de iyice bunalınca 1968
yılında ayrılıp başka bir şirket kurdu. Bu yeni şirketteki ortakları Fairchield’ı birlikte kurdukları
Gordon Moore ve Fairchield’ın yonga üretim uzmanlarından birisi olan Andy Grove
idi. Kurdukları şirketin adı Intel’di.
Mikroyongaları büyük miktarlarda ve ucuza üretme gibi çok
kaba bir düşünceleri dışında ciddi bir iş planları yoktu. 11 Yıl önce
Fairchield’ı kurarken kendilerine mali destek sağlayan ve şu anda önde gelen
bir risk sermayedarı olan Arthur Rock’a başvurdular. Noyce ve Moore’un herbiri 245.000 dolar koydular. Rock ise şirketi
aracılığıyla 2.5 milyon dolar, kendi hesabına da 100.000 dolar koydu. Rock
“Fairchield’ı kuranlar bunlardı. Şimdi niye bir daha başaramasınlar diye
düşündüm” diyor. Böylece şirketin mali işlerini halletmiş oldular.
Şirket üç kişi tarafından yönetiliyordu. Noyce genel
müdürdü, Moore genel müdür yardımcısı, Grove ise işletme müdürüydü. Yeni
şirketin hedefi Fairchield’ın hiç ilgilenmediği bilgisayar belleği alanıydı.
O zamana kadar bilgisayarlar çekirdek bellek teknolojisini kullanıyorlardı.
Veriler küçük seramik yuvarlak çekirdeklerde saklanıyordu. Bu yuvarlakların
içlerinden geçen tel sargılardaki elektrik sinyali ve yarattıkları
manyetizasyon yardımı ile 0 ve 1 değerleri gösteriliyordu. Noyce ve Moore, bu
çok yer kaplayan ve pahalıya mal olan bellek çeşitinin yerini silikona
kaptırmasının an meselesi olduğunu
düşünüyorlardı. Bu alanda ne kadar ileri giderlerse bellek piyasasının
gelişiminden o kadar fazla pay alacaklarını hesaplıyorlardı.
Iki yıl içinde Intel 1000 bitlik RAM’i piyasaya sürdü. Bu RAM sektörün ilk çekirdek
bellek fiyarına yaklaşan yarıiletken bellek devresi idi. Intel çekirdek belleği
piyasadan silip atan, teknoloji lideri bir şirket konumuna yükseldi. 1973’e
kadar satışları 66 milyon dolara, çalışan sayısı 2500’e ulaşmıştı. Bir yıl
sonra satışları ikiye katlandı.
O sıralarda Intel’de ve dolayısı ile tüm yarıiletken
sektöründe çığır açan bir olay meydana geldi. Busicom adındaki bir Japon şirketi yeni bir elektronik hesap makinesi
için Intel’le temasa geçti. O zamana kadarki uygulama, istenilen özelliklere
uygun bir hesap makinesi yongaları takımı yapmak ve bunları bir baskılı devre üzerine monte etmekti. Ted Hoff
adındaki genç bir Intel mühendisi bu yaklaşımın tersine, üretilmesi daha kolay
olan ve başka işlerde de kullanılabilecek, programlanabilecek genel bir merkezi
işlem birimi tasarlamanın daha ucuza mal olacağını hesapladı. Hesap makinesi
için gereken programlar yalnızca-okunur belleklerde (ROM) saklanacaktı. Böylece
mikroişlemci doğdu.
Intel’in pazarlama bölümü dört bitlik bu yeni devre
konusunda ikiye bölündüler. Bir kısmı bu işlemci için pazarın çok küçük
olacağını iddia ediyordu. Bu işlemciyi kulaanacak minibilgisayarların yıllık
satışı 20.000 civarında idi. Bu pazarın tümü bile Intel için oldukça küçük kalıyordu. Ama pazarlamanın diğer kısmı
ve en önemlisi Noyce böyle düşünmüyordu.
Noyce “Korkunç heyecanlandım ve önerinin üzerine atladım” diyor. “Gidebileceği yere kadar
gitmeye karar verdik.” Ilk mikroişlemciyi gerçekleştiren Ted Hoff pazarın belirsizliğine karşın
kendisini destekleyen Noyce’un işlemcinin kaderini belirlediğini söylüyor.
“Daha az yürekli bir yönetici böyle bir işe girişmezdi. Noyce, yapmaya
çalıştığımız şeyin genel geçer bir ürün olacağını ve masraflı özel devreler
yerine kullanılabileceğini görüyordu.”
Her ne kadar çağdaşlarından çok daha ileri görüşlü olsa da
Noyce PC’nin gelişimini tahmin edememişti. “Bu bizim en büyük hatamızdı” diyor. Noyce ve diğer Intel çalışanları
PC’yi bir hobi eşyası olarak görmüşlerdi.
Yine de IBM sayesinde PC işine girdiler. 8088 kodlu
işlemcileri IBM’in 1981 yılında çıkan ilk PC’sinin mikroişlemcisiydi.
IBM’in mikroişlemci için Intel’i seçişi bir dönüm noktası
oldu. Bugün sektörün en karlı, en sağlıklı
donanım firması oluşlarını biraz da buna borçlular. Eğer böyle bir seçim
olmasaydı 8088 gibi ticari pazarda pek de başarılı olmayan bir ürünle,
yerlerini Zilog ve Motorola gibi çok
daha iyi ürünler üreten firmalara kaptıracakları muhakkaktı.
1979 yılında, Intel’in satışları 650 milyon dolara
ulaştığında Noyce günlük işlerden sıyrılmaya karar verdi ve genel müdürlük
koltuğunu bıraktı. Başka şeyler yapmak istiyordu.
1980’ler boyunca endüstrinin sözcüsü oldu. Bu zaman zarfında
araştırma-geliştirme faaliyetlerinin vergiden muaf tutulması ve Japon
endüstrisine karşı yaptırımlar uygulanması
gibi işlerle uğraştı. Bu konularda da kendince başarılı oldu ama bu
çabalar bellek ürünleri konusunda Japon firmalarının üstünlüğünü yok etmeye
yetmedi. Amerikan bellek üreticilerinin çoğu işi bıraktılar. Intel ise, Andy
Grove’un “Yalnızca Paranoyaklar Ayakta Kalır” kitabında da belirttiği gibi, en
iyi olduğu işte yoğunlaşmaya karar vererek, yani işlemcilere dönerek bu badireyi atlattı. Sağlıklı firmaların yapay önlemler, yüksek
gümrük duvarları, kotalar vb. ile uğraşmak yerine iyi oldukları işlerle
uğraşmalarının doğru olacağı düşüncesi bir kez daha doğrulandı.
Noyce birçok
firmalarüstü kuruluşta görev aldı, birçok firmanın ve okulun yönetim ve danışma
kurullarında bulundu. Ayrıca ikinci kez evlendi ve yeni eşiyle birlikte sahip
olduğu servetin tadını çıkardı: Uzun yolculuklar, kayak, dalgıçlık vb.
Yaşamının son yıllarını Japon firmalarına karşı Amerikan
endüstrisine rekabet gücü sağlamayı amaçlayan Sematech projesi ile geçirdi.
Birçok firmanın ortak girişimi olan ve hükümet tarafından da desteklenen bu
projenin başkanlığını yürüttü. Bu projenin de işe yarar bir sonucunun olduğunu
göremeden 1990 yılının Haziran ayında öldü.
Intel 1991 yılında Noyce’un adını yaşatmak için bir fon
oluşturdu ve Noyce’un bağlantılı olduğu öğrenim kurumlarında okuyan öğrencilere
burs vermeye başladı.