Son cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin adayı neredeyse Abdullah Gül olacaktı.

Nefret edilen Erdoğan’ın karşısına Gül çıkarılacaktı.

Gül kim? Erdoğan’ın en yakın arkadaşlarından birisi.

Yıllarca yoldaşlık yaptılar. Muhalefet Erdoğan’ı ne kadar sevmiyorsa Gül’ü de o kadar sevmiyordu.

Ama Gül cumhurbaşkanlığından düşüp bir de Erdoğan yanlılarınca tukaka edilince muhalefetin gözünde değere bindi.

Muhalefet Gül’ün aslında ne kadar değerli olduğunu konuşmaya başladı.

Muhalefetin bu yaklaşımı yeni değil.

Ak parti ve Erdoğan’a karşı eskiden kötülediğimiz kim varsa onu beğeniyoruz, değerini anlamaya başlıyoruz.

Erbakan, Demirel, Türkeş için de böyle oldu örneğin.

Erbakan yıllarca dinciliğin, gericiliğin temsilcisi olarak görüldü, sonra Ak Parti ve Erdoğan karşıtı olunca adam ne haklıymış demeye başladık.

Demirel yıllarca emperyalizmin uşağı olmakla, yolsuzluk yapmakla, akrabalarını kayırmakla suçlandı. Ama Demirel Ak Parti ve Erdoğan karşıtı olunca muhalefet Demirel’i keşfetti ve onun ne kadar değerli olduğunu söylemeye başladı.

Erdoğan’dan önce de benzer bir durumu Turgut Özal için yaşamıştık. Muhalefet için en önemli şey bir an önce Özal’dan kurtulmaktı.

Bakın bu konuda, Emin Çölaşan ne yazıyor (24 Ocak 2019, Sözcü gazetesi):

Yıl 1991. İktidarda ANAP var. Seçimler yapıldı. DYP ile SHP, 450 milletvekilliğinden 266'sını kazandı. DYP'nin başında Demirel, SHP'nin başında Erdal İnönü var. Düşman kardeşler bir araya gelse ANAP iktidarı devrilecek ama gelmiyorlar ki!..

Uğur Cumhuriyet'te, ben Hürriyet'te yazıyorum.

Uğur'la konuştuk, bunları bir araya getirip, mümkün olursa hükümet kurdurmaya karar verdik.

DYP'nin Demirel'den sonra ikinci adamı Hüsamettin Cindoruk benim halamın oğlu. SHP'nin İnönü'den sonra ikinci adamı Hikmet Çetin ise abimiz, büyüğümüz.

Her ikisine de ayrı ayrı ortam yoklaması yaptık, işin olumlu sonuçlanmasının mümkün olabileceğini gördük…

Ve bir gece eşlerimizle birlikte bizim evde bir araya geldik. Biz Uğur'la ikimiz Cindoruk ve Çetin'i bir köşeye çektik ve birkaç saat süren “İkna seansı” başladı! Sonuç olumluydu. Her iki siyasetçi liderlerine danışacaktı. Ertesi gün liderlerden de olumlu yanıt geldi.

DYP-SHP koalisyonunun kuruluşunu bizim evde Uğur Mumcu ile gerçekleştirdik. ANAP iktidarına böylece son verilmiş oldu.

 

Peki, ANAP iktidarından kurtulmak için işbirliğine gidilen Demirel için Uğur Mumcu neler yazmıştı öncesinde:

Devlet adamları için aranması gereken ilk koşul, açık yürekli ve doğru sözlü olmalarıdır. Yurttaş, hangi görüşte olursa olsun, siyasal parti liderlerinin

güven verici ve inandırıcı olmalarını ister. Sayın Ecevit'e saygınlık kazandıran özelliklerden biri de budur. Başbakanlık koltuğunun yeni sahibi Demirel için bu

özelliklerden söz etme olanağı pek yoktur. Çünkü Demirel, sahibi olduğu sözleri, bir çırpıda unutuvermenin hünerine de sahiptir.

...

Bunların geçmişinde, sadece kanlı kaldırımlarda alçakça kurşunlarla öldürülen gençlerin kefenleri değil, bu yoksul ulusun milyonlarca lirasını, mutlu azınlığa, dağıtanların suçüstü tutanakları da bulunmaktadır.

...

Bu ülkenin milyonları, Başbakanın ailesine böyle cömertçe nasıl bağışlanabilmektedir? Yok mu bir hesap soran?

...

İşte bakın siz: Yurttaşların devlete ödedikleri vergiler, türlü oyunlarla, Demirel ailesine aktarılmakta, «teşvik tedbiri», «kredi» ve «vergi iadesi» adı altında milyonlarla para, bu «İsparta prenslerini» zengin etmektedir.

...

Önümüzdeki günlerde, bütün namuslu basının ve parlamenterlerin ilk görevleri, Demirel ailesinin mal varlığını bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkartmak olmalıdır.

...

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne kadar, böylesine koşullar içine hiç düşürülmemiştir...

...

devlet, Demirel ailesinin özel kasasıdır...

...

Bir aile, İsparta'nın İsiâmköyü'nden çıkıyor, sıfırdan milyoner oluyor, devlet, teşvik tedbiri, vergi iadesi, kredi gibi kaynaklarla bu aileyi zengin ediyor...

...

 

Demirel’e yönelik bu türlü suçlamalar Cumhuriyet gazetesine ve Uğur Mumcu’ya özel değildi.  Gün Zileli’nin “Yarılma” adındaki kitabında şöyle bir bölüm var:

https://muratyildirimoglu.files.wordpress.com/2019/03/image001.png?w=450&h=159

Şunu hep görüyoruz: İktidarda o anda kim varsa, onun sözleri, yaptıkları bizim sinirlerimizle oynuyor. Sonsuz bir öfke ve nefret duymaya başlıyoruz.

İktidardakini yolsuzluk yapmakla, bir proje ürünü olmakla, özellikle de Amerika tarafından başa getirilmekle suçluyoruz.

Sonra, o kişi ve parti iktidardan düşüp yerini başka birisine bırakıyor.

Bu sefer yeni kişiye öfkelenmeye, nefret etmeye başlıyoruz. Bir öncekinin yaptığı tüm yolsuzlukları, kötülükleri unutup onda çeşitli değerler görmeye başlıyoruz ve onu kendi kampımıza alıyoruz.

Buna histeri denir.

Çünkü histerinin tanımı şu şekilde:

Histeri veya isteri, psişik ve motor bozukluklar, özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık, ani sinirlenme, hareket bozuklukları, geçici kişilik değişimi ve günlük hafıza kaybı gibi çeşitli sistemlere ait psikosomatikşikayetlerle belirgin psikonevrotik bozukluk.

Muhalefetin artık bu histeri halini bırakıp doğru ve düzgün muhalefet yapmayı öğrenmesi gerek.

Bu öneri iktidardakilerin olumsuz icraatlarını ve yolsuzluklarını görmemek anlamına gelmiyor. Uğur Mumcu Demirel dönemindeki yolsuzlukları yazarken, belgelerken çok değerli bir iş yapıyordu.

Ama iktidardaki partinin icraatlarını eleştirirken, yolsuzluklarını ortaya çıkarırken hiç kimsenin bütünüyle şeytan ya da melek olduğunu düşünmemeliyiz.

En sevmediğimiz kişilerin iyi yanlarını, en sevdiğimiz adamların kötü yanlarını görebilmeliyiz.

İktidarın yanlışları kadar doğrularını da kabul edebilmeliyiz.

Duyguları, coşkuları, kin ve nefreti, komplo teorilerini arkalara gönderip aklı, mantığı, bilimi öne çıkarmalıyız.

Histeri halini bırakıp Türkiye için planlar, projeler yapmalıyız.

Düşmanlıkları azaltmaya çalışmalı, her zaman diyalogtan yana olmalıyız.