Hürriyet’in Stephen Glass’ı Şükrü Kızılot’tur
Stephen Glass, 1995-1998 yılları arasında, ABD’nin en saygın dergilerinden birisi olan “The New Republic”’te 41 makalesi yayımlanan, genç ve umut vaat eden bir yazardır.
42. makaleyi yazamamıştır çünkü makalelerin yarısından fazlasının Glass tarafından uydurulduğu, geri kalanların da fazla miktarda uydurma bilgi içerdiği ortaya çıkmıştır.
41. makalesi bir bilgisayar hacker’ı hakkındadır. Makaleye göre, 15 yaşındaki bir hacker, Silikon Vadisi’nin önde gelen firmalarından birisi olan Jukt Micronics’in sistemlerine girmiş, firma bu hacker’la baş edememiş, sonunda yüklüce bir para ödeyerek ondan kurtulmayı seçmiştir. Hacker da hacker çevrelerinde bir kahraman ilan edilmiştir.
Yapılan araştırmada Jukt Micronics diye bir firmaya rastlanmamıştır. 15 yaşındaki hacker’a ilişkin bilgi de yoktur. Hacker çevrelerinden hiç kimse böyle bir genci tanımamaktadır.
Glass’ın olaya ilişkin verdiği bilgilerin hepsi uydurmadır.
The New Republic dergisinin yönetimi Glass’ın işine son verir, geriye dönük olarak makalelerini inceler, makalelerdeki uydurma bilgileri saptar ve bunları yayınlayıp okuyucularından özür diler.
Hürriyet gazetesinin de benzer bir yazarı vardır: Şükrü Kızılot.
Kızılot, on yıllardan beridir, büyük bir pervasızlıkla haber uydurmaktadır.
Ama Glass’ın başına gelen Kızılot’un başına gelmemiştir; Hürriyet yönetiminin onu uzaklaştırmak ve yazıları yüzünden okuyucularından özür dilemek gibi bir niyeti yoktur.
Aşağıda Kızılot’un uydurduğu haberleri bulacaksınız.
14 Temmuz 2014 tarihli haber: Bu haber, “10 Yıl Doldu Evimden Çık” başlığıyla gazetenin ilk sayfasında yer almaktadır.
Habere göre, 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren yeni Borçlar Kanunu’na göre, 1 Temmuz 2014’den geçerli olmak üzere, sözleşmesi 10 yılı dolduran kiracılar, ev sahipleri tarafından herhangi bir gerekçe göstermeden çıkarılabilecektir.
Kızılot, mal sahiplerinin harekete geçtiğini ve tahliyelerin başladığını iddia etmektedir.
Haberin ayrıntıları 11. Sayfada sürmektedir ve başlamış bulunan tahliyelerin önümüzdeki haftalarda daha da hızlanmasının beklendiği ifade edilmektedir.
Burada eksik olan şey başlayan tahliyelerdir. Hangi ilde, kaç kiracı bu şekilde tahliye edilmiştir sorularının yanıtı haberde yoktur. Yoktur çünkü büyük olasılıkla tahliye falan yoktur. Olması da çok mümkün görünmemektedir. Yalnızca böyle bir şey yapılabilir diye 10 yıllık kiracıların hemen tahliye edileceğini düşünmek saçmadır. Ama saçma olan şeyler Kızılot’u durdurmaz.
25 Mayıs 2014 tarihli haber: Kızılot, “Doğruyu söyledi ve bütün dünyası karardı” başlıklı yazısında yine palavra bir olay anlatıyordu:
Tanıdığı bir iş adamı anlatıyormuş:” İki maliyeci kimliklerini de göstererek işçilerin tamamının sigortalı olup olmadığını sorup ücret bordrolarını istediler.” Maliyecilerin işçilerin sigortasıyla ilgilenmesi garip bir durum. Normalde bunu Çalışma Bakanlığı’nın müfettişlerinin yapması gerekirdi. Neyse, bu saçmalığı geçelim. Turpun büyüğü heybede çünkü. Müfettişler sonra da muhasebe defterlerini görmek istiyorlar. İşadamı da defterleri bilgisayar ortamında tuttuklarını söylüyor, döküm almak için biraz beklemelerini söylüyor. Müfettişler de zamanlarının olmadığını, sonra uğrayacaklarını söyleyip bir tutanak tutuyorlar, gidiyorlar. Ama iki ay sonra vergi dairesinden bir resmi mektup alıyor. Mektupta, deftere kaydedilmeyen KDV tutarları nedeniyle 3 milyon TL KDV, 3 milyon da ceza ödemesinin gerektiği yazıyormuş.
He zaman olduğu gibi işadamının kimliği yok. 3 milyon TL’lik KDV yaratabilen adamın bir muhasebecisinin olmaması da garip. Müfettişlerin tam da adamı tuzağa düşürmek ister gibi iş yapmaları da garip. Ama Kızılot’un palavralarına alışık olanlar için durum garip sayılmayabilir, ne dersiniz?
11 Ağustos 2013 tarihli haber: Kızılot, eski Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in başından geçen bir olayı anlatıyor. Şener, kendisinin eğitimi için bir mükellefin defterini incelerken kendisine rüşvet teklif edilmiş. Şener de bunun üzerine incelemeyi derinleştirince vergi kaçakçılığından 15 milyon dolar ceza çıkartılmış.
Yalnız, Kızılot aynı olayı 2005 yılında da yazmıştı. 23 Ekim 2005 tarihli o yazının linki aşağıda:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3424539&yazarid=82
2005 yılında, çıkan vergi cezası 5-6 milyon dolar.
Aradan geçen 8 yılda ne oldu da vergi cezası 5-6 milyon dolardan 15 milyon dolara çıktı?
İkincisi, Maliye Bakanlığı ne zamandır vergi cezalarını Türk Lirası cinsinden değil de Amerikan doları üzerinden kesiyor?
5 Mayıs 2013’te tarihli haber: Şükrü Kızılot’un "Arabacının karısı ve a’nın şapkası" başlıklı yazısı bir başka uyduruk, palavra bir olayı anlatıyor. Bu yazısında bir ilandan söz ediyor. İlan şöyle :
“Kömürün tonu 210 TL. Buna arabacının karı da dahil…”
Artık a’nın üzerinde şapka konulması gerekmediği için bu ilanı okuyanlar arabacısının karısının söz konusu olduğunu düşünmüşler, keh keh keh.
Hangi ilanda arabacının karının da fiyata dahil olduğu yazar? İnsanı salak yerine koyan bir yazı bu.
30 Ocak 2005 tarihli haber: Kızılot’un “İki fakülte bitirmiş” başlıklı yazısı:
FIKRA gibi bu olayı, Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sevgili Asım Kibar anlattı.
Gazeteye ilan verip, holdinge bağlı şirketlerden biri için genel müdür yardımcısı arandığı belirtiliyor. Başvuruda bulunanlarla, tek tek görüşülüyor. İçlerinden ‘ODTÜ’de iki fakülte bitirdim’ diyen biri, beğeniliyor ve işe başlatılıyor.
Ancak haftalar geçiyor, iki fakülte bitiren bu arkadaştan beklenen verim bir türlü alınamıyor. Asım Kibar, bu genci ‘Nereden nasıl buldunuz?’ diye sorduğunda, ‘Efendim, ODTÜ’de iki fakülte bitirmiş. En iyisi buydu aldık’ yanıtını alıyor.
‘Peki, gönderin şunu bana, kendisi ile bir konuşayım bakalım…’ der ve iki fakülte bitiren kişi gelir. Kibar;
‘Evladım, sen ODTÜ’de iki fakülte bitirdiğini söylemişsin. Hangi fakülteleri bitirdin?’
‘Efendim ben ODTÜ’de Mühendislik Fakültesi ve İktisadi İdari Bilimler Fakültelerini bitirdim. Bu fakültelerin inşaatında, taşeron olarak çalışmıştım.’
Aynı olayı Sayın Kızılot 13 Şubat 2005’de bakın nasıl anlatıyor:
Bir süre önce yazdık, şirkete eleman alınırken, ‘ODTÜ’de iki fakülte bitirdim’ diyen kişiyi fark eden yönetim kurulu başkanı, iki fakülteyi nasıl bitirdiğinden kuşkulanıp soruyor ‘Evladım hangi fakülteleri bitirdin?’ O da yanıtlıyor; ‘Efendim Mühendislik ve İdari Bilimler Fakültelerinin inşaatında şantiye şefiydim. O iki fakültenin inşaat işini bitirdim.’ Durum anlaşılıyor ve iki fakülte bitiren (!) o eleman, durumuna uygun bir işe başlatılıyor…
Kızılot bu olayı 30 Ocak tarihli gazetede tamamıyla farklı bir şekilde anlatmıştı. Orada kişi işe alınıyor, haftalar sonra iki fakülte bitirmediği anlaşılıyordu, bu yazıda ise işe alım sırasında durum fark ediliyor. Orada kişi fakültelerin inşaatında taşeron olarak çalıştığını söylüyordu, bu yazıda şantiye şefi olduğunu söylüyor. Kızılot uyduruyor. Yazılarını anımsamıyor ve aradan bir ay geçmeden aynı olayı (ki gerçek olması mümkün değil) farklı şekillerde aktarıyor.
13 Şubat 2005 tarihli haber: Kızılot, ancak bir fıkra olabilecek olayı gerçekmiş gibi aktarıyor:
Patronun hanımı muhasebeciye kızınca
ŞİRKETLERDE, yönetim kurulu başkanının eşi çok önemlidir. Onları kızdırdığınız an, beklemediğiniz bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.
Bugünkü olayımızda da şirketin muhasebecisi, başkana özel bir mektup yazmış. Başkanın karısı da bu mektubu okuyunca, olanlar olmuş…
Gün içinde, şirketin yönetim kurulu başkanına ulaşamayan muhasebeci, evine gidip ‘Yenge bu mektup çok önemli’ diyerek, başkana, şu notu bırakmış:
‘Efendim, size gün içinde ulaşamadım. Biliyorsunuz yarın genel kurul toplantımız var, diğer ortaklar da gelecekler. Bu toplantıda, karı dağıtacak mıyız dağıtmayacak mıyız? Bana telefonla bilgi verirseniz, ona göre hazırlık yapacağım.’
Muhasebe müdürünün sorusu, genel kurulun geçmiş yıl kárını dağıtıp dağıtmayacağına ilişkinmiş. Ancak, inceltme işareti olmadan ‘karı dağıtacak mıyız?’ diye yazılınca, anlam biraz değişmiş.
ZARFI AÇINCA
Muhasebeci gidince, başkanın eşi, merak edip notu okumuş. ‘Bu toplantıda karı dağıtacak mıyız?’ kısmını okuyunca da kafası iyice karışmış, suratı da asılmış. Bir süre sonra eşi eve gelince sormuş;
- Bana söyler misin? Yarın öğleden sonraki toplantı ne toplantısı?
- Genel kurulumuz var hanım, arkadaşlarla çok önemli bir toplantı yapacağız…
- Peki, bu ne biçim genel kurul toplantısı ki, sana not gönderip ‘toplantıda karı dağıtacak mıyız?’ diye soruyorlar. Otur oturduğun yerde, yarın öğleden sonra da toplantı, moplantı yok!.. O muhasebecinin de işine hemen son vereceksin anladın mı?
Karı sözcüğü üzerine bulduğu kendince zeki nokta hoşuna gitmiş olmalı ki 7 Aralık 2008 tarihli yazısında buna benzer başka bir “gerçek” olayı anlatıyor:
13 Ağustos 2005 tarihli haber: Şükrü Kızılot’un “Bardağın Boş Tarafı” başlıklı yazısında şöyle bir ifade var:
“Yılbaşından bu yana yüzde 50’yi bulan ve devam edeceğe benzeyen akaryakıt zammı….”
Bu ifade bana gerçekçi görünmedi. Akaryakıta bu kadar zam yapılmadığını düşündüm. Internet’te biraz arama yapınca da Kızılot’un palavra sıktığı belli oldu:
Vatan Gazetesinde 03.08.2005 tarihli bir haberde şöyle deniyor (http://www.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=04.08.2005&Newsid=58103&Categoryid=2): Petrol Sanayi Derneği (PETDER) verilerine göre, toplam akaryakıt satışları Haziran ayında ise geçen yılın aynı ayına göre yüzde 3.1 oranında azaldı. Yaşanan düşüşte, kaçak akaryakıtın bir türlü önlenememesinin yanı sıra benzin fiyatlarında üst üste gelen zamlar etkili oldu. Haziran ayında benzine 20 gün içinde üç kez zam gelmişti. Benzin fiyatları 2005 yılı başından bu yana yüzde 11 ila 13’lük artış gösterdi.
Gördüğünüz gibi yüzde 11-13’lük artış Kızılot’ta yüzde 50 oluyor. Kızılot’ta bilimsel titizliğin zerresi yok. Daha komiği Şükrü Kızılot’un yine daha önce yazdıklarını anımsamayıp sonraki yazılarında başka rakamlar vermesi. 15/09/2005 tarihli Hürriyet’te Kızılot bakın ne diyor: “Son bir yılda süper benzinin, rafineri çıkış fiyatı yüzde 55, satış fiyatı yüzde 33 arttı. Yılbaşından bu yana da yüzde 20 civarında artış oldu.” Bu son rakam bile doğru değil. Hürriyet’in 13/09/2005 tarihli sayısında yılbaşından bu yana benzin fiyatlarının yüzde 17.5, motorin fiyatlarının yüzde 19.5 oranında arttığı yazıyor. Kızılot yazdığı gazeteyi bile okumuyor. Çalakalem yazıyor.
27 Kasım 2007 tarihli haber: 1999 yılı öncesi sahte fatura konusunda, "vergi kaybı" ve "vergi kaçırma kastı" birlikte aranıyordu. 4369 Sayılı Kanunla, bundan vazgeçilince, öyle oldu ki 50 YTL’lik sahte fatura bulunsa dahi, insanlar hapse atıldı. Bu konuda çarpıcı bir olayı "İhracatçının Gözyaşları" başlıklı yazımızda açıklamıştık (Bkz. 12 Aralık 2002 tarihli Hürriyet). Kısaca özetleyelim, 30 milyon dolarlık ihracat yapan bir ihracat şirketinde, biri 50, diğeri de 70 YTL’lik, akaryakıt alımıyla ilgili iki naylon fatura bulunduğu için, şirketin yönetim kurulu başkanı, 30 ay hapse mahkum edilip hapse atılmıştı.
Hapisteyken de çocuklarına "Ben bu ülkeye 30 milyon dolar döviz getirdim. Ancak 100 dolarlık fatura yüzünden hapse atıldım. Yarın siz de aynı durumla karşılaşabilirsiniz. Satın malı-mülkü, gidin Amerika’ya yerleşin. Ben de hapisten sağ çıkarsam, gelirim Amerika’ya" demişti.
Böyle bir olay yok. Hiç olmadı.
2 Ekim 2005 tarihli haber: “Yol kenarındaki hamile kadın” başlıklı haber bütünüyle uydurma bir olayı anlatıyor:
OTOMOBİLİNİZLE giderken, yol kenarında yarı baygın vaziyette yatan hamile bir kadın görürseniz ne yaparsınız? Herhalde otomobilinize alıp hastaneye götürürsünüz.
Celil Bey de öyle yapar. Yol kenarında, yarı baygın vaziyette kıvranan hamile kadını görünce otomobilinden iner. ‘Ne olur beni hastaneye yetiştirin. Doğum yapmak üzereyim’ diyen hamile kadını hastaneye götürür. Kendinden geçmiş vaziyette olan kadını, acil servise bıraktığında, hastane görevlileri bir tutanak tutacaklarını söyleyerek Celil Bey’in kimlik bilgilerini ve adresini isterler. Birkaç dakika içinde düzenlenen tutanağı imzalayan Celil Bey, hastaneden ayrılır. Bu arada kadın da doğum odasına alınır.
İLGİNÇ BİR GELİŞME
Bir süre sonra, doğum olayı gerçekleşir ve kadının nur topu gibi bir oğlu olur. Ertesi gün, çocuğun nüfus bilgileri için, anneye babanın adı ve adresini sorarlar. Kadın da kendisini hastaneye getiren kişinin, çocuğun babası olduğunu söyler. Bunun üzerine, hastaneye girişte alınan kimlik bilgilerine göre, görevli memur formu doldurur.
Kadın aynı gün hastaneden taburcu olur. Aradan, bir ay geçtikten sonra kadın, Celil Bey aleyhine Medeni Kanun’un 301. maddesine göre, ‘babalık davası’ açar ve çocuğu tanımasını ister.
Duruşma ile ilgili tebligatı alan Celil Bey, dava dilekçesini okuyunca, şok geçirir. Hemen avukatına gider ve çocuğun gerçek babası olmadığını anlatır. Ardından, kadının açtığı davanın reddini ister. Bu davada da en sağlam ispat aracı ‘DNA testi’ olduğu için, bu testin yapılmasını da talep eder.
SÜRPRİZ BİR SONUÇ
DNA testi yapılır. Buna göre, Celil Bey’in çocuğun babası olmadığı ortaya çıkar. Yapılan tetkiklerde, Celil Bey ile ilgili, bir sonuç daha ortaya çıkar. Düzenlenen raporda, doğuştan varolan bir sorun nedeniyle, ‘Celil Bey’in çocuk sahibi olmasının hiç mümkün olmadığı’ yazılıdır.
Celil Bey raporu okur ve düşer bayılır.
Nedenine gelince, Celil Bey’in biri 7 diğeri 9 yaşında iki çocuğu vardır!..
BİR BAŞKA SÜRPRİZ
Celil Bey’i bekleyen ilginç gelişmeler devam ediyor. Çocuk sahibi olmasının mümkün olmadığını öğrenen Celil Bey, avukatına ne yapabileceğini sorar. Aldığı yanıt ilginçtir:
‘Türk Medeni Kanunu’nun 289. maddesine göre, kocanın; çocuğun kendisinden olmadığına dair davayı, doğumdan başlayarak 5 yıl içinde açması gerekiyor. Bu süre geçtikten sonra ‘soybağının reddi’ için, dava açılamaz.’
Özetle, Celil Bey’in kendisine ait bu çocukları reddetme şansı da ortadan kalkmıştır!..
Çocukların babasının kim olduğunun belirlenmesi için DNA testi yapılır. Bu testte de bir kişinin kısır, çocuk yapamaz halde olup olmadığı anlaşılmaz. Kızılot yine bizi salak yerine koyuyor.
14.11.2004 tarihli haber: Kızılot’un en büyük palavrası sayılabilecek ve gazetenin baş sayfasında yer alan haberde, Ankara’lı bir iş adamının iki kez gümrük sahtekarlığı yaptığını ifade edildi.
Kızılot’a göre bir iş adamı ithal ettiği binlerce ayakkabının her çiftinin tekini Ankara, diğer tekini İstanbul gümrüğüne göndermiş, daha sonra da yanlışlık olmuş diyerek bu ayakkabıları çekmemiş.
Sonra Gümrük idaresi bırakılan malları açık arttırmayla satışa çıkarınca bunları tek istekli olarak kendisi, ucuza satın almış. Yine aynı kişi bir başka sefer de enjektörleri bu şekilde ithal etmiş
Tabii yine haberdeki işadamı belli değil. Aradan geçen 10 yıla karşın bu büyük haberin devamı da gelmedi. Sonuç; böyle bir olay hiç olmadı.