Bilginin Birikimi
Murat Yıldırımoğlu
Tkuru soluk soluğa kalmıştı. Bütün gündür maymunun peşindeydi.
Bugün de köye eli boş dönerse yine herkes onunla alay edecekti.
Mümkün olduğunca ses çıkarmamaya gayret ederek ilerledi.
Neredeyse yerde sürünüyordu.
Maymunu görüyordu. Rahatlıkla vurabileceğine karar verdi.
Yavaş yavaş yayını çıkardı, okunu yerleştirdi.
Birden bir papağan sesi ortalığı kapladı, maymun şimşek gibi ortalıktan kayboldu.
Tkuru kala kaldı. 4 saattir bu maymunu izliyordu ve şimdi yine başa dönmüştü.
Yere yığılır gibi oturdu. Düşünmeye gereksinimi vardı.
Tam bu sırada onu gördü. Ortalama büyüklükte bir maymun.
Papağanın sesine kaçmamıştı. Hareketleri yavaştı. Bir ağaçtan diğerine zorlukla geçiyordu.
Sanki çok yorgundu.
Okunu hedefledi. Oku salsa maymunu yere indirmesi an meselesiydi.
Sonra ok ve yayını indirdi.
Köyün şamanı normalden farklı hareket eden maymunların avlanmaması gerektiğini söylemişti. Tabuydu bu.
O maymunu avlayıp yerse başına kötü şeyler gelirdi. Hastalanıp ölürdü.
Yapacak bir şeyi olmadığı için maymunu izlemeye başladı.
Karnı da kazınmaya başladı. Sabah zaten çok az yemişti. Üzerine bir de saatlerce takip yapmıştı.
Yine de izliyordu.
Maymun yavaş yavaş, hasta gibi ilerliyordu.
Bazen düşecek gibi oluyor, son bir hamleyle bir dalı yakalıyor, biraz dinlenip sonra yine yola koyuluyordu.
İzleme 1 saat kadar sürdü.
Sonra maymun bir dizi ağacın yanına ulaştı.
Bunlara ağaç bile denemezdi. 10-15 çubuk gibiydiler.
Boyları 2 metre civarındaydı. Bir insan hepsini kucaklayabilirdi sanki.
Maymun yere indi. Yine yavaş yavaş bir çubuğa doğru yöneldi.
Çubuğun yanına geldiğinde ona sarılıp kırmaya çalıştı.
Güçsüz düşmüş olduğu için çok zorlanıyordu.
Ama biraz uğraştıktan sonra çubuğu ortasında kırabildi.
Yere düşen çubuğun yanına oturdu, kabuğunu dişleriyle kopartıp çiğnemeye başladı. Bunu bile zorlukla, yavaş yavaş yapıyordu.
Ama üçüncü-dördüncü ısırıştan sonra canlanır gibi oldu. Tüyleri dikildi.
Hareketleri daha canlıydı şimdi.
Daha canlı bir şekilde kabukları ısırmaya başladı.
10-15 ısırıştan sonra çok daha ataktı şimdi. Buraya sürünerek gelen maymundan eser kalmamıştı.
Tkuru için bu çok yeni bir şeydi. Yeni bir bilgi diye düşündü.
Ormandaki tüm ağaçları tanıdığını sanıyordu oysa.
Ağaçların ve otların on-onbeş kadarı şifalıydı. Ulu kişiden ve şamandan böyle öğrenmişti.
Ulu kişi yaşlı olduğu için genelde köyde kalırdı ama şaman çoğunlukla çocuklarla ve gençlerle ormanda dolaşır, bitkileri ve hayvanları tanıtırdı onlara: Hangi kurbağanın derisinden zehir yapılır, hangi yaprak karın ağrısına iyi gelir, kötü ruhlar basıp ateşlenince hangi ağacın kabuğu çiğnenir, hepsini öğretiyordu.
Ama bu ağacı onların da bilmediğine emindi.
Kendi kendine gülümsedi. Bu çubuğu onlara gösterince köyde çok itibarlı olacaktı.
Bu sırada maymun iyice canlanmıştı.
Tkuru dikkatsiz bir hareket yapınca gürültü çıkardı. Maymun ona baktı ve onu görmesiyle birlikte hızla kaçmaya başladı.
Tkuru onu izlemek yerine çubukları incelemeye karar verdi.
Maymunun yaptığı gibi yapıp bir çubuğu ortasından kırdı.
Yine onun gibi çubuğun kabuğunu ısırdı. Biraz acı gibiydi ama yenebiliyordu.
İyice çiğnedi.
Sonra bir ısırık, bir ısırık daha.
4-5 ısırıktan sonra karnındaki yanmayı unuttu. Sanki çok yemek yemiş gibiydi.
Kasları da sanki yürümeye yeni başlamış gibiydi.
Tkuru sevinç içindeydi. Bu çubuğu köye götürüp ne yaptığın anlatınca artık kimse onunla alay edemeyecekti.
Sonra bu canlılığına güvenerek kaçan maymunu takip etmeye karar verdi.
Kırdığı çubuk da bir elindeydi.
Kasları gibi tüm duyuları da kuvvetlenmiş gibiydi sanki. Maymunun kaçarken ezdiği otları, kırdığı dalları çok net görebiliyordu.
Hatta maymunun ince dallara takılan kılları bile gözünün önündeydi.
Böyle böyle 1 saat kadar yol aldı.
Ama hareketler yavaşlamaya başladı. Karnı da tekrar acıktı.
Çubuktan biraz daha ısırmaya karar verdi. Yine ısırdığı kabukları yavaş yavaş çiğnedi.
Kabuklar mucizevi bir etki yaratıyordu.
Kabukları yedikçe yine canlılığa kavuşuyordu, acıkması geçiyordu, duyuları kuvvetleniyordu.
Sonra hışırtılar duydu. Maymuna çok yakın olduğunu anladı.
Maymun çok gürültü çıkararak ilerliyordu. Onu takip edememek mümkün değildi.
Maymunun bu şekilde ilerleyişine şaştı. Normalde onlar da çok az gürültü çıkararak, yerlerini mümkün olduğunca belli etmeyerek yol alırdı.
Bugün hep değişik şeyler oluyor diye düşündü.
Biraz sonra maymunu gördü. Maymun durmuş gibiydi.
Onu ürkütmemeye gayret ederek yaklaştı.
Şimdi maymunu daha iyi görebiliyordu.
Sık ve büyük yaprakların gözlerden gizlediği açıklık bir alanda duruyordu maymun. Maymunun yalnızca sırtını görebiliyordu. Sırtının hareketlerinden hızlı hızlı soluk aldığını anladı.
Maymunu daha iyi görebilmek için biraz yana kaymaya karar verdi.
Yana kaydığında gördükleri karşısında bağırmamak için ağzını kapattı.
Çok sayıda iskelet vardı açıklıkta.
Kemiklerin boyutlarından bunların maymunlara ait olduğunu anladı.
Sonra gözlerini maymuna kaydırdı.
Maymun oturur gibiydi. Hızlı hızlı soluk alıyordu ama bakışı sabitlenmişti.
Maymunun gözlerinden, kulaklarından ve ağzından hafif hafif kan sızdığını fark etti.
Tkuru dehşete kapıldı.
Elindeki çubuğa baktı.
Çubuk mu maymunu bu hale getirmişti acaba?
Maymun yerinden doğrulur gibi oldu. Yine çok yorgun gibiydi.
Neredeyse sürünerek iskeletlerin arasından kendine yol açtı.
İlerleyip açıklık alanın ortasına geldi, yere uzandı. Çevresi iskeletlerle kaplıydı.
Tkuru dehşet içinde izliyordu.
Maymunun karnı hızlı hızlı inip kalkıyordu.
“Ölüyor” diye düşündü. “Buraya ölmek için gelmiş.”
Sonra çubuğu düşündü. Maymun çubuğu enerji toplayıp buraya gelmek için kemirmişti.
Çubukta her ne varsa maymunu kanatan da bu olabilirdi.
Tkuru ter içinde kaldı. O çubuktan kimbilir kaç kez ısırmıştı.
O da mı bu şekilde, her yerinden kan gelerek ölecekti.
Köye dönmeye karar verdi. Acele etmeliydi. Köyün ulu kişisine ve şamana durumu anlatmalıydı.
Onlar kendisini iyi yapabilirdi. Aynı zamanda çubuğu da kimsenin yememesini sağlarlardı.
Tkuru koşmaya başladı. Ağaçlara, dallara çarpa çarpa koşuyordu.
Yönü kaybetmemişti ama köyden çok uzaklaşmıştı. Ne zaman varırdı, bilmiyordu.
Yalnızca acele etmesi gerektiğini biliyordu.
Koşarken kasları yorulmaya başladı. Açlığı da bastırdı.
Ama bu sefer çubuktan ısırmayacaktı. Çubuk kötüydü. Ölüm getiriyordu.
Eğer acele etmezse sonu o maymun gibi olacaktı.
Tkuru koştu koştu. Ama giderek gücü tükeniyordu. Dinlenmeye karar verdi.
Oturdu. Soluk soluğaydı. Ölüm düşüncesiyle doluydu, korkuyordu.
Terlemiş gibiydi, elini burnuna götürdü, elindeki ıslaklığa bakınca burnunun kanadığını fark etti.
Bir çığlık attı.
Yine koşmaya başladı.
Ateşi çıkıyor gibiydi. Yüzü yanıyordu. Gözleri yerinden çıkacak gibiydi.
Elini gözüne götürdü, gözü de kanıyordu.
Bu yolun sonunun ölüm olduğunu anladı.
Ölecekti.
Kurtulması mümkün değildi.
Artık köye varıp iyileşmeyi düşünmemeye başladı.
Şimdi tek derdi çubuğun kötülüğünün köydekiler tarafından bilinmesiydi.
Sevdikleri geldi aklına; Babası, annesi, kardeşleri, karısı, küçük oğlu.
Onların da her yerlerinden kanayarak ölmesi olasılığı korkutuyordu onu.
Çubuğun bilgisini köye ulaştırmalı, onları bu sondan kurtarmalıydı.
Ama iyice tükendi. Artık hareket edemiyordu. Aşağısında bir ıslaklık hissetti. Korkudan işiyor muyum diye baktı. İşemiyordu. Penisinden bile kan geliyordu.
Sırt üstü yattı. Çubuk hala elindeydi. Hızlı hızlı soluk alırken ona baktı.
Bir yol bulmalıydı. Ölümünün çubuktan olduğunu gösterebilmeliydi.
Son bir gayretle çubuğu ısırdı ve bırakmadı.
Tkuru’nun cesedi 2 gün sonra köyün dışında oynayan çocuklar tarafından bulundu.
Hemen köye dönüp haber verdiler.
Şaman gençlerle birlikte çocukların Tkuruyu gördüğü yere geldi.
Hiçbir genç yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Şaman cesedi dikkatli bir şekilde inceledi.
Tkurunun cesedi katılaşmıştı. Çubuğu dişlerinin arasından alması zor oldu.
Şaman çubuğu dikkatle inceledi. Tkuru’nun ağzına baktı. Dişlerinin arasında hala çubuğun kabuğunun kıymıkları duruyordu.
Şamanın noktaları birleştirmesi kolay oldu.
Çubuğu gençlere gösterdi ve “Tabu” dedi.