Deli Dumrul ve Zombiler

Murat Yıldırımoğlu

 

Deli Dumrul elinde kılıcıyla. Arkasında zombiler yer alıyor.

 

 

Deli Dumrul her zamanki gibi köprüsünün başındaydı. Birkaç saatten beri gelen-geçen olmamıştı. Buna canı sıkılıyordu.

Kendini oyalamak için kılıcıyla havada daireler çiziyor, karşısında bir düşman varmış gibi hamleler yapıyordu.

 

Zaman geçmek bilmiyordu. "Bugün az para kazanacağım galiba."

 

Uzun bir aradan sonra bir insanın köprüye yaklaştığını gördü, sevindi. Ali Ağa yaklaşıp hızlı adımlarla köprüden geçti. Deli Dumrul arkasından seslendi:"Ali Ağa, hey Ali Ağa, nerede köprü parası?". Ali Ağa hiç duymamış gibi geçip gitti.

 

Arkasından bağırdı: "Alacağın olsun Ali Ağa, sen geri dönmeyecek misin? O zaman çift para alacağım senden."

 

Deli Dumrul böyle Ali Ağa'ya içerlerken uzaktan bazı sesler gelmeye başladı. Sanki 30-40 kişilik bir topluluk köprüye doğru yaklaşıyor gibiydi. "Köprüden geçerlerse yaşadık."

 

Topluluk üyeleri teker teker ağaçların arasından belirmeye başladı. İnsan gibiydiler ama üstleri başları döküktü. Yüzleri, vücutları yara bere içindeydi. Bazılarının kemikleri bile görünüyordu kollarında bacaklarında. Deli Dumrul hayatında böyle bir şey görmemişti. Soluğunu tutmuş onları izliyordu.

 

Bu garip topluluk köprüye doğru yöneldi. Deli Dumrul bağırdı: "Hey, para ödemeden geçmek yok." Bir yandan da "Bu adamlardan para çıkar mı ki?" diye düşünmeden edemiyordu.

 

Adamlar hiç oralı olmadan köprüden karşıya geçmeye başladılar.

Deli Dumrul kılıcını çıkarıp birisinin karşısına geçti: "Hemşerim, duymadın mı, para vermeden geçemezsin."

 

Adam onu duymamış gibi yürümeye devam etti. Deli Dumrul kılıcını büyük bir hırsla adama çaldı. Ama kılıç adama girmedi bile. Sanki adamı delip öbür tarafa geçiyor gibiydi.

 

Dumrul'un gözleri faltaşı gibi açıldı, soluğu kesildi, ağzı kurudu, öylece bakakaldı. "Bunlar nasıl insanlar, kılıç işlemiyor. İn midir, cin midir bunlar?"

Kılıç işlemeyen birine ne yapabilir ki?

 

Köprüden geçenleri itmeye çalıştı, yakalarından çekiştirmeye çalıştı, yok yok yok. Hiçbir şey yapamıyordu.

 

Topluluktan 15-20 kişi geçtikten sonra diğerlerine hiç benzemeyen, yaşlı ama eli yüzü sağlam, giysileri normal, sakalı göğsüne kadar inen birisini gördü.

 

Adam da onu gördüğüne şaşırmış gibiydi. Dikkatle Dumrul'u süzüyordu.

 

Dumrul kendisini toplayıp sordu: "Beyamca, kimsin, kimlerdensin, bu toplulukla nereye gidersin, bunlar insan mıdır, cin midir, peri midir?"

 

Yaşlı adam "Yolunda giden bir yolcuyum delikanlı. Bunlar da benim yol arkadaşlarım. Ama asıl hikaye sende gibi. Çok şey görmüş yaşamış gibisin. Anlat biraz: Bu köprü başında ne işin var, ne ararsın buralarda?"

 

Deli Dumrul sorgucudan bir anda sorgulanan durumuna geldi. Ama kendinde itiraz edecek gücü bulamadı. Adamın garip bir otoritesi vardı, sanki kendisinden hiçbir şey saklanamazdı, her şey ona anlatılabilirdi.

 

"Beyamca, Deli Dumrul derler bana. Eskiden biraz deli doluydum, kanım kaynıyordu. İnsanlara iyi davranmıyordum. Para kazanayım diye ben bu köprüyü yaptım. Geçenden para alıyordum. Bazıları köprüyü kullanmadan karşıya geçmeye çalışıyordu, onları da dövüp iki kat para alıyordum."

 

Yaşlı adam kendin tutamadı, sesli sesli güldü.

 

Dumrul anlatmayı sürdürdü: "Çok insan dövdüm. İnsanların parasını alayım derken çok ahlarını aldım."

 

"Eee, sonra neler oldu?"

"Birgün karşıma Azrail çıkıverdi. Canımı alacaktı. Gencim ben, daha yaşayacak hayatım var dedim ama dinlemiyordu. Zarar verdiğim insanların feryatlarının göğe ulaştığını söyledi. Bu feryatlar karşılıksız kalmaz, alacağım canını diyordu başka bir şey demiyordu."

 

"Sonra?

"Ben çok yalvardım. Yalvarınca Azrail biraz insafa geldi."

"Yapma ya! Azrail insafa geldi diyorsun. İnsafa gelip ne yaptı?"

"Bana dedi ki eğer yerine canını alacağım birisini bulursan onun canını alırım, senin canını bağışlarım. Ben de bunu duyunca beni çok seven anama gittim."

"Ne dedi anan?"

"Durumu anlattım, ağladım. Ama anam kabul etmedi. Oğul dedi, benim daha yaşayacak yıllarım var dedi. Beni geri çevirdi. Sonra babama gittim. O da kabul etmedi canını vermeyi. İyice bunaldım. Durumu kabul ettim artık. Vedalaşayım diye karıma gittim, durumu anlattım. O da ben senin yerine canımı veririm dedi. Ben kabul etmedim. Ben kabul etmeyince karım daha ısrarcı oldu. İkimiz karşılıklı ağlaya durduk. Bunu gören Azrail bizim canımızı bağışladı. Ben de daha iyi bir insan oldum. Artık insanları dövmüyorum, köprüden geçmeleri için ısrar etmiyorum, yalnızca geçenlerden para alıyorum."

 

Yaşlı adam güldü: "Güzel hikayeymiş, sevdim. Hikayenin dilden dile anlatılacağına emin olabilirsin delikanlı." dedi.

 

Dumrul "Eee şimdi de sen anlat beyamca, sen kimsin bu yaratıklar kim? Kılıcım işlemedi onlara, cin midir peri midir bunlar?"

 

Yaşlı adam: "Onlar cin değildir, peri de değildir. Onlar birer cesettir."

 

Dumrul şaşkınlıktan yere düşecekti neredeyse. "Onlar cesetse nasıl oluyor da yürüyorlar?"

 

Yaşlı adam: "Ben yürütüyorum."

"Sen mi? Nasıl yapıyorsun bunu?"

 

Yaşlı adam: "Binlerce yıllık bir sır bu. Bana büyüklerimden geçti bu sır. Onlara da kendi büyüklerinden. Böyle gidiyor geriye doğru ta Dağın İhtiyarına kadar. Dağın İhtiyarı bu hikmeti nereden elde etti bilemeyiz. Biz Dağın İhtiyarının tırnağı olamayız ama onun hikmetlerinin bir kısmı nesilden nesile geçti,en son bana uaştı. Ben de işte o hikmetler sonucunda cesetleri yürütebiliyorum."

 

Dumrul: "Siz, siz tanrı mısınız?"

 

Adam güldü: "Haşa, değiliz. Can veremeyiz. Sen de gördün işte, bunlar canlı gibi görünüyor mu? Bunlar ceset yalnızca."

 

Dumrul yaşayan ölülere baktı. Hepsi köprüden geçtikten sonra yüzlerini dönmüş adama bakıyordu.

 

"Onlar canlı değil. İradeleri yok. Ben ne istersem onu yaparlar."

 

"Sen ne istiyorsun peki?"

 

"Ben insanlara hizmet etmek isterim. Benden öncekiler gibi. Dağın İhtiyarı gibi. İnsanları eğitmek isterim. Doğruları-yanlışları göstermek isterim. Yardıma gerek duyanlara yardım etmek isterim. İsterim ama bunları yapmak para ister. Para verebilenlerden para alırım, para karşılığında onların istediklerini bunlara yaptırırım."

 

"Ne isterler bu para verenler?"

 

"Birisinin ölümünü, birisinin yaralanmasını isterler. Bazen yalnızca korkutulmasını isterler. Benim için fark etmez: İş iştir."

 

"Ben köprüden çok para kazanamıyorum. Sana iyi para geliyor mu?

 

"Her seferinde öğrencilerimiz on kişiyi geçmez. Sırlar herkese söylenmez çünkü. Bu yüzden az bir para ile yetinebiliyoruz."

 

Deli Dumrul içinden "Şu cesetler benim olacak, var ya ne para kazanırdım" diye geçirdi.

 

"Her ölüyü diriltebiliyor musun?"

"Diriltmiyorum, hareket edebilir hale getiriyorum."

"Her neyse, her ölüyü bu hale getirebiliyor musun?"

 

"Yok, getiremiyorum. Getirsem buralarda gezmem, dünyanın hakimi olurum" dedi güldü.

 

"Peki, hangi ölüler bu hale gelebiliyor, hangileri gelemiyor?"

 

"Dünyada bir derdi kalmamış, yapacağı işi kalmamış, hesabı kalmamış kişilerin cesetleri yürümüyor. Ölmüş ama ölürken dünyayla bir sorunu kalmış, bir alacak verecek hesabı gören, arıza kişilerin cesetleri yürüyor."

 

Adam konuşurken bir yandan da Deli Dumrul'u dikkatle süzmeye devam ediyordu. Baştan ayağa inceliyor, kafasını eğip sağına soluna arkasına bakıyordu. Deli Dumrul ne bakıyorsun böyle diye tersleyecekti ama bunu yapamadı.

 

Adam "İlginç, çok ilginç" dedi. Kendi kendine hafif hafif güldü.

"Nedir ilginç olan?"

"Büyüklerimiz anlatırdı senin gibileri ama ben hiç denk gelmemiştim. Seni görmek şaşırttı beni. Bilgim görgüm arttı sayende. Dağın İhtiyarı başta olmak üzere, büyüklerimize de bir kez daha saygı duydum."

 

Deli Dumrul "Herhalde benim gibi yiğit birisini anlatıyorlardı, eee ben de az rastlanılan bir yiğit olduğum için adam şaşırıyor" dedi içinden. Sonra sordu: "Dağın İhtiyarı kimdir?"

 

Yaşlı adam kafasını kaldırdı, gözünü uzaklara dikti, sonra şunları söyledi:

 

İhtiyarım Alamut'un başında yaşardı

Çok hikmete sahipti alem buna şaşardı

Müritleri dağları bayırları aşardı

Hepsi de ihtiyarın fikirlerini yayardı

Şimdiyse İhtiyar yaşar benim kalbimde

 

Deli Dumrul adamın hüzünlendiğini hissetti, soru: "Peki ne oldu dağın ihtiyarına?"

Adamın yüzündeki hüzün gitti, gözlerinde yaşlar birikti:

 

Zalim Moğol sel gibi aktı geldi başımıza üşüştü

Kale kalmadı, evler yıkıldı, bağlar söküldü

Yoldaşlar kahramanca savaştı ama çoğu öldü

Yalnız az bir hikmet kaldı geride

İhtiyarın bilgisi yaşar şimdi dilimde

 

Adam başını eğdi, bir süre öyle kaldı. Sonra konuşup zaman kaybetmekten sıkılmış gibi "Neyse, söyle bana Azrail'i ilk nerede görmüştün, bu köprü başında mı?" diye sordu.

 

Deli Dumrul "Evet, tam şuracıkta" dedi, köprü başının hemen yanındaki bir alanı işaret etti. Deli Dumrul orayı işaret ettiğinde daha önce fark etmediği bir tümseği gördü. İçinden "Bu tümsek nasıl oluştu ki burada? Bak fark etmemişim bunca zaman" dedi.

Adam tümseğe yaklaştı, çevreden bir dal parçası buldu, dalla tümseği biraz karıştırdı, üzerindeki toprağı biraz sıyırdı. Sonra "Ayağa kalk ya mevta" dedi.

Deli Dumrul'un faltaşı gibi açılmış gözlerinin önünde tümsek dalgalanmaya başladı, sonra yavaş yavaş yarıldı. Sanki birisi içeriden itiyor gibiydi. Biraz sonra bir ceset sarsak hamlelerle ayağa kalktı.

 

Ceset Deli Dumrul'a benziyordu.

Boyu aynıydı, yüzü de yaralı bereliydi, çürümüş gibiydi ama Dumrul'un yüzüydü.

Giysileri Deli Dumrul'un giysilerinin aynısıydı.

Deli Dumrul korktu, sapsarı oldu.

 

"Kim bu?" diye sordu.

Adam dönüp "Sensin" diye yanıtladı.

 

Deli Dumrul düşüp bayılacaktı sanki.

"Ama nasıl olur?" dedi. "Ben ölü değilim, canlıyım, karşındayım.",

 

Adam "Evlat" dedi. "Sen Azrail'i ilk gördüğünde ölmüşsün, buraya gömülmüşsün" dedi.

"Nasıl olur? Azrail'i ikna ettim, önce babama gittik, babam benim için canını vermeyi kabul etmeyince anama gittik. Anam canını vermeyi kabul etmeyince karıma gittik. Karım canını vermeyi kabul etti. Bunun üzerine Azrail bizi bağışladı."

 

Adam "Evlat" dedi. "Hikayen çok güzel, unutulmayacağına emin olabilirsin. Ama Azrail bir cellattır. Cellat pazarlık yapmaz, kararı değiştiremez. Kendisine verilen idam emrini uygular. Kararı değiştirmek onun elinde değildir."

"Peki, o yaşadıklarım gördüklerim nedir?"

Adam "Onlar senin kafanın içinde yalnızca. Vücudun ölüp ruhun burada kalınca bir hikaye uydurmuşsun kafanda, onunla avunmuşsun. Ama gerçek şu: Sen ölüsün."

"Peki, anam-babama ne oldu? Ya sevdiceğim karım ne yapıyor şimdi?"

"Bilemem evlat. Yaşıyorlardır ya da ölmüşlerdir. Dağın İhtiyarı bize çok şey öğretti ama o bile her şeyi bilemezdi, gaybı bilemezdi. Emin olduğum şey senin yaşamadığın."

Sonra adam arkasını döndü, köprünün diğer başındaki yürüyen cesetlere doğru yürümeye başladı. Deli Dumrul'un cesedi de onu izliyordu. 

 

 

Köprünün ortasına geldiklerinde adam ve Deli Dumrul'un cesedi dönüp halen kendilerini hayretle izleyen Deli Dumrul'a baktılar. Deli Dumrul'un yüzü şaşkınlık ve acı içindeydi, durumu kabullenmekte güçlük çekiyordu. En çok da babasının-anasının, karısının durumunu bilememek onu üzüyordu. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Onlara dokundu, göz yaşları gerçek gibiydi, ıslaktı. Ama bir de kendi cesedi vardı ortada. Yavaş yavaş adamın sözleri aklına yatmaya başladı. "Kaderim böyleyse niye inat ediyorum ki" dedi içinden. Bu düşünce onu biraz ferahlattı. Sanki koca bir yük üzerinden kalkmış gibiydi. Ferahlamayla birlikte Deli Dumrul yavaş yavaş buharlaşmaya başladı. Adam ve Deli Dumrul'un cesedi olan biteni izliyordu.

Deli Dumrul yok olup giderken yaşlı adamın yüzünde bir kıpırtı bile belirmedi ama orada birisi olsaydı eğer, Deli Dumrul'un cesedinin yüzünde hafif bir gülümseme gördüğüne yemin edebilirdi.