Kavanoz

Murat Yıldırımoğlu

www.muratyildirimoglu.com

kişi, şahıs, insan yüzü, giyim, adam, insan içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

 

Ahmet Cafe’ye geldi. Hafiften terlemişti. Pantolonunun sağ bacağı tozluydu.

Kemal Ahmet’e sarıldıktan sonra “Ne oldu, ne bu hal?”  diye sordu.

Ahmet: “Gelirken merdivende ayağım takıldı, düştüm. Kafamı da çarptım galiba, hafiften ağrıyor. Ama önemli bir şey değil.”

Kemal "Bir ağrı kesici vereyim mi? İyi gelebilir."

Ahmet şöyle bir baktı, “Ver” dedi.

Kemal cebinden bir hap kutusu çıkardı, içinden bir hap çıkardı Ahmet'e verdi. Ahmet masada duran bardaktaki sudan bir yudum alıp hapı içti. Kemal kutunun içindeki hapların beş-altı tane alıp hepsini ağzına attı, üzerine de önündeki şarap bardağını kafasına dikti, mendille ağzını sildi.

Ahmet: “Şarap ve ağrı kesiciler. Sakıncalı değil mi?”

Kemal gülmeye başladı, "Sakıncalı mı, sakıncalı diyorsun."

Kemal histerik şekilde gülerken Ahmet utançla başını eğdi. Densizlik yapmıştı.

Kemal Ahmet'e göz attı, "Kötü görünüyorsun".

Ahmet: “İki gündür düzgün uyuyamıyorum. Senin telefonundan sonra hiç huzurum kalmadı.”

Ahmet durdu, Kemal'e baktı: “Sense inadına sağlıklı, huzurlu görünüyorsun.”

Kemal: “İnanır mısın, ben de aynı şekilde düşünüyorum. Son birkaç gündür çok huzurluyum, kendimi sağlıklı hissediyorum. Caddeleri, sokakları arşınlıyorum. Hava da buralar için çok güzel, fark etmişsindir. Tadını çıkarıyorum.”

Ahmet dişlerinin arasından "Çıkar bakalım tadını"

 

Geleni geçeni izlemeye başladılar.

Kemal “Herkes ne kadar güzel ve iyi giyinmiş değil mi? Ahmet Haşim'in Viyana hatıraları geldi aklıma. Haşim Viyana'da bir bulvarda yürürken durur, çevresine bakınır: Erkekler ve kadınlar bakımlıdır, sağlıklıdır, giysileri özenlidir, tertemizdir. Bir şehir dolusu insanın nasıl olup da bu kadar güzel ve bakımlı görünüyor oluşuna akıl erdiremez.”

Ahmet: “Ama aynı yıllardan acayip fotoğraflar da var Avrupa'dan. Geniş cadde ve sokaklardan değil de daracık sokaklardan, üst üste binalardan. O fotoğraflardaki insanlar neredeyse paçavralar içinde.”

Kemal: “Doğru diyorsun. Haşim herhalde hiç görmemiş oraları.”

Kemal sigarasından derin bir nefes aldı. Sonra dumanını havaya doğru savurdu. Ahmet hiç sigara içmemişti. Ama bu sigarayı keyifle içip dumanını savurma ritüelini seviyordu. Kemal'i hayranlıkla izledi.

Kemal: “Görünüm önemli. Bak, Filistin-İsrail sorununda İsrailliler bir sıfır öndeler çünkü görünümleri ve giyim kuşamları şu anda dünyanın güçlü devletleri olan Avrupalılarla uyuşuyor. Onları kendilerinden görüyorlar. Filistinlileriyse kendilerinden olmayan olarak hatta insan olmayanlar şeklinde görüyorlar.”

Ahmet: “Şimdi de dünya sorunlarını mı konuşacağız?”

Kemal: “Ne konuşalım, sen söyle?”

Ahmet: “Neden beni seçtin? Neden kızın değil, eski karın değil, başka bir arkadaşın değil de ben?”

Kemal: “Kolay olmadı, zor karar verdim. Kızım yanımda olsun isterdim ama şimdi yanımda olsa dünyaları yıkardı, engel de olmaya kalkardı. Seninle hep iyi anlaşırız bilirsin. Saatler geçiriyorduk sohbet sırasında. Seninle görüşmediğimiz zamanlarda da ara ara kalıma gelirdi o konuşmalarımız, keyifle anardım.”

Kemal: “Şu da var: En mutlu olduğum zamanları geçirdiğim kişiler erkekler. Neden böyle diye hep düşündüm? Gençken ben şu muyum bu muyum dediğim zamanlar oldu. Ama hep kadınlar ağır bastı. Ama oturup zevkli zevkli konuşabileceğim bir kadın da hiç olmadı hayatımda. Kadınlar bitmek tükenmek bilmez şekilde ev işlerini konuşuyorlar, çocuklardan konuşuyorlar, ana-babalarından konuşuyorlar, giyim-kuşam, makyaj konuşuyorlar. Ama tarih, felsefe, ekonomi, bilim gibi konularda derinlemesine konuşabileceğim bir kadın olmadı hiç. Kitap okurlarsa o da kişisel gelişim kitabı oluyor. Bir kişisel gelişim kitabından bir başkasına atlıyorlar. Kadınlar olmasa kişisel gelişim kitapları diye bir şey olmaz. İyi de olur.”

Ahmet: “Öyle diyorsun da sen elinde kadeh tarih, felsefe sohbetleri yaparken birilerinin evi çekip çevirmesi gerekiyor, çocukların giyimleriyle ilgilenen birisi olması gerekiyor. Büyüklerin bakımı konusunda plan yapan birileri olmalı. Sen-ben birilerinin bu basit işleri üstlenmesi nedeniyle oturup saatlerce çok da günlük hayatla ilgisi olmayan şeyleri konuşabiliyoruz. Kızın bebekken kaç kez altını değiştirdin? kaç kez akşam yemeğini sen hazırladın? Hiç çamaşır yıkadın mı? Bahse girerim çamaşır makinesinin nasıl kullanılacağını bile bilmiyorsundur.”

Kemal: “Doğru diyorsun. Ama bak bulaşık makinesini kullanabiliyorum. Bulaşıklar her zaman benim işim oldu.”

Ahmet: “Evet, bulaşık makinesi önemli tabii. Bulaşığı hallettin her şey bitti. Ondan sonra şımarık şımarık konuşursun kadınlar da bir şey bilmiyor canım diye. Avrupa’da kadınlar 19. Yüzyılda üniversiteye girmek için kapıları kırıyordu çünkü alınmıyorlardı. Daha 1950’lerde, 1960’larda bile kadınlar kiliseye kafalarında şapka olmadan girebilir mi diye tartışılıyordu.”

Kemal: “Tamam ama artık bu üniversiteye girememekler, özel giysiler giymekler falan çoktan geride kalmalıydı. Geride kalmadı. Hatta kadınlar şimdi çok eskilerdeki gibi yalnızca yüzlerinin gözlerinin güzelliğiyle öne çıkmak istiyor gibi yaşıyorlar.”

Ahmet yanıt vermedi. Biraz sessizlik oldu.

Ahmet: “Güzel bir Kafe burası. Nereden buldun, daha önce gelmiş miydin?”

Kemal: “Daha önce gelmemiştim. Ama yeri iyi, baksana.” Böyle dedikten sonra karşıdaki binayı gösterdi. Ahmet binayı anlamaya çalıştı. Sonra bir anda ter bastı, başını öne eğdi.

Kemal Ahmet'in haline güldü. Elini Ahmet'in bacağına koydu. “Bizi görenler seninle beni karıştıracaklar. Seni ter basıyor. Başın da dönüyordur senin. Zaten gelirken de dengeni kaybetmişsin. Kendini topla. Sana gereksinimim var.”

Ahmet: “Neden var ki? Paran var pulun var. Dünyanın parasını ödeyip buralara gelebilmişsin, kaç gündür de gezip tozuyorsun. Başkasını neden istiyorsun? Kaç para ödedin buna?

Kemal: “Toplam on bin dolar civarında.”

Ahmet: “O on bin dolara neler yapılabilirdi, düşündün mü? Kaç yoksula yardım edilirdi?”

Kemal: “Ahmet beni biliyorsun, hayatım para kazanmakla ve kazandığım paranın önemli bölümünü yoksullara dağıtmakla geçti. Ama bırak on bin doları keyifle kendime harcayayım. Yardım edilecek yoksullar hep olacak ama tek bir Ahmet oldu ve olacak dünyada.”

 Kemal derin bir nefes aldı. “Güçlüyüm Ahmet. Akıllıyım. Kafam analitik çalışır, bilimsel çalışır. Hep öyle oldu. Ama şimdi. Şimdi yanımda bir dostum olsun istiyorum. Çok mu bir şey istiyorum? İstemesem olurdu diyebilirsin ama öyle olmuyor işte. Bir insan sıcaklığı istiyorum. Bir dost istiyorum yanımda. Ne kadar akıldışı olsa da istediğim şey bu. İnsan yalnızca akıl değil. İyi ki de değil, öyle değil mi?”

Ahmet uzandı, Kemal’in elini tuttu. “Sert çıktım galiba, affet. Tabii ki yanında olacağım. Yalnız kabul etmekte zorlanıyorum halen, tersliğim biraz bundan. Düşündükçe çıldıracak gibi oldum, nefes alamadım bazen. Ben de zaman ilerledikçe seninle daha fazla zaman geçiririm diye düşünüyordum hep.”

Kemal: “Olduğu kadar artık. Her şey planlanamıyor. Ben ister miydim sanıyorsun.” Kemal’in kendine güvenen hali gitti, sesi titremeye başladı, başını öne eğdi. Ahmet onun elini biraz daha sıkı tuttu. Bir süre böyle kaldılar.

 

Kemal saatine baktı. “Vakit gelmiş, kalkalım” dedi. Karşıdaki binaya girdiler. Resepsiyondaki kıza bilgilerini verdiler. Çok beklemediler, karşıdan orta yaşın üzerinde bir erkek ve bir kadın geldi. Onları bir odaya aldılar. Oda geniş, ferah bir odaydı. Sadeydi ama eksiği yoktu. Ahmet'le Kemal bir divana yan yana oturdu. Kendilerini karşılayan erkek süreci bir kez daha anlattı. Ahmet ve Kemal'e çeşitli dokümanlar uzattı. İkisi de kağıtları kısa bir süre inceleyip imzaladılar, adama geri verdiler.

Kadın kural olarak sormaları gerektiğini söyledi. Bir din adamına gerek duyuyorlar mıydı? Kemal ateist olduğunu, din adamına gerek duymadığını söyledi.

Kadın “Hazırsanız başlayalım o zaman” dedi. Dışarı çıktı, sonra yanında bir hemşireyle birlikte geldi. Hemşire üzerinde çeşitli tıbbi aletler bulunan küçük bir arabayı itiyordu.

Hemşire bir bardak suya iki kaşık bir toz koydu, iyice karıştırdı. Bu ilk bardağın kusmayı önleyici bir sıvı içerdiğini söyledi. Kemal bardağı kafasına dikti. 15 dakika sonra hemşire bir kez daha geldi. Yine bir bardak çıkardı, bardağa su koydu, sonra çok özenli bir şekilde açtığı bir poşetin içeriğini olduğu gibi boşalttı. Bardaktaki sıvıyı iyice karıştırdı. Hafif bir gülümsemeyle Kemal’e uzattı. Kemal bu bardağı da kafasına dikti.

Kadın: “Beş dakika içinde uyacaksınız, artık bir şey hissetmeyeceksiniz. En çok otuz dakika içinde işlem tamamlanmış olacak.”

Kemal Ahmet’e döndü: “İyi ki buradasın Ahmet. Elimi tutar mısın?”

Ahmet hafif hafif göz yaşı döküyordu, Kemal'in elini iki eliyle tuttu. Sonra bir eliyle Kemal'in kafasını hafifçe okşadı, kafasını kendisine doğru çekti.

Kemal gözünü kapatmıştı. İlk saniyelerde soluması hızlıydı ama sonra soluğu normalleşti, ritmi düştü. Sonra artık solumaz oldu.

İçeriye bir sedye ve iki erkek hemşire girdi. Kemal'i sedyeye almak istiyorlardı. Ahmet için her şey çok gerçeküstü geliyordu. Hem ağlıyor hem de Kemal'in elini bir türlü bırakamıyordu. Adam ve kadın onunla konuşarak sakinleştirdiler. Ahmet Kemal'i bıraktı. Hemşireler Kemal'i sedyeye aldılar. Kemal yüzünde huzurlu bir ifadeyle gitti.

Adam Ahmet'e döndü: “Bir saatlik bir işlem var. Burada beklemek mi istersiniz yoksa dışarı çıkıp bir saat sonra mı gelirsiniz?”

Ahmet adamın yüzüne donuk bir ifadeyle baktı: “Burada bekleyeceğim.” dedi.

O bir saat Ahmet için çok uzun sürdü. Bitmek bilmedi. Ara ara ağladı, kendisini durdurmak istese de beceremedi.

Sonra adam ve kadın bir daha girdiler odaya. Adam elinde bir kavanoz tutuyordu. Kadının elindeyse bir orta boy torba vardı. Kemal'in giysileri, saati, cüzdanı, telefonu bu torbanın içindeydi.

Ahmet kavanozu ve torbayı teslim aldı, tekrar ağlamaya başladı. Kavanoza sıkı sıkıya sarılıyordu. Ara ara kavanoza şöyle bakıyordu, sonra tekrar sıkıca sarılıyordu.

Biraz kendine gelince toparlandı, dışarı çıktı. Dışarıdaki güneş gözünü aldı, ilk anda bir şey göremedi. Sonra gözleri alıştı. Çevresine bakındı. Hayatın her zamanki gibi akışına hayret etti. Hiç kimse Kemal nerede demiyordu, hiç kimse o kavanozda Kemal mi var demiyordu. Şu şehirde Kemal'i bilen, seven tek kişi kendisiydi ve şimdi Kemal'i kucağında tutuyordu.

Yavaş yavaş yürümeye başladı. 5 saat sonra uçağı vardı, ona yetişmeliydi. Kavanozu ve torbayı Kemal'in kızına teslim etmeliydi.