Cumhuriyet’in İlk Yılları

Cumhuriyet’in kuruluşu, ilk yıllarda yapılanlar tam anlamıyla baş döndürücü. Okudukça, öğrendikçe insan hem şaşırıyor hem hayranlık duyuyor.

Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü öğretim üyesi Sadet Altay’ın “CUMHURİYET’İN İLK ON BEŞ YILINDA DİYARBAKIR’DA TESİS EDİLEN SAĞLIK KURUMLARI VE FAALİYETLERİ” başlıklı makalesindeki bazı bilgiler şu şekilde:

“Cumhuriyet’in İlanından Önce Diyarbakır’da Hizmet Veren Sağlık Kurumları

19. yüzyılda Diyarbakır’da yataklı tedavi hizmeti sunan kurumlardan biri, “Diyar-ı Bekir Asker Hastanesi” idi. Bu hastane, IV. Ordu emrindeydi ve kurumda askerlere sağlık hizmeti verilmekteydi. Aynı dönemde, vilayet merkezi ve çevresinde görülen salgın hastalıklarla mücadele etmek üzere görevlendirilen Karantina Müdürlüğü, sınırlı imkânlarla sıhhî sorunları çözmeye gayret etmekteydi. Bunun dışında temeli 1894 senesinde atılan Gureba Hastanesi, vilayette sağlık hizmeti sunan bir diğer kurumdu.

Doğu şehirlerindeki en önemli sağlık sorunu trahomdu. Tedavi edilmediği takdirde körlükle sonuçlanan, bulaşıcı ve ağır bir göz hastalığı olan trahom, Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli bir toplum sağlığı problemiydi. Cumhuriyet ilan edildiği dönemde ülkede üç milyon trahomlunun olduğu tahmin edilmekteydi. 1935 yılında Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde bir yurt gezisine çıkan Başbakan İsmet İnönü, 1 Temmuz 1935 tarihinde Diyarbakır’a geldi. Vilayette incelemeler yapan İsmet Paşa, şehirdeki asıl meselenin barınma sorunu ve sıhhî mesele olduğunu belirtmekte, “Trahom ve sıtma Diyarbakır’da zabit ve memurları yıldırmıştır…” cümlesiyle, dikkat çekici bir tespit yapmaktaydı. Ayrıca aynı gezi esnasında hususi defterine aldığı notlarda, Diyarbakır’da trahom mücadelesini arttırmanın gerekli olduğunu belirten Başbakan İnönü’nün “Trahom şarkı bitiriyor” yorumu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da trahomun olumsuz tesirlerini çarpıcı bir şekilde özetlemekteydi. Nitekim İsmet Paşa’nın bu gezisinden iki yıl sonra, 1937 senesinin Ekim ayında, 10 yatak kapasiteli “Diyarbakır Trahom Mücadele Hastanesi” kuruldu.

Diyarbakır’da 1924-1938 Yılları Arasında Faaliyete Başlayan Sağlık Kuruluşları

a. Diyarbakır Numune Hastanesi

b. Trahom Hastanesi

c. Kuduz Tedavi Müessesesi

d. Diyarbakır Zühreviye Hastanesi

(Zührevi Hastalıklar Dispanseri)

e. Süt Çocuğu Muayene ve Müşavere Evi

f. Kazalarda Kurulan Dispanserler

(Muayene ve Tedavi Evleri)”

Bu bilgileri içeren makale, Osmanlıdan Günümüze Diyarbakır adlı çalışmada bulunuyor:

https://www.academia.edu/38288622/Cumhuriyetin_%C4%B0lk_On_Be%C5%9F_Y%C4%B1l%C4%B1nda_Diyarbak%C4%B1rda_Tesis_Edilen_Sa%C4%9Fl%C4%B1k_Kurumlar%C4%B1.pdf?auto=download&email_work_card=view-paper

Yine aynı akademisyenin 1923-1938 arasında Tokat’taki tesisleri anlattığı bir çalışmasında şu bilgiler yer alıyor:

“Tokat’ın bayındırlık projesi yapıldıktan sonra, sağlık hizmetlerinin gerektirdiği ihtiyaçları karşılamak amacıyla, “Ankara Numune Hastanesi” örnek alınarak yapılan “Tokat Memleket Hastanesi”, Hususi İdare’ye ait ve 50 yataklı olarak hizmet vermeye başlamıştır. Öteden beri kira ile tutulmuş, mimari ve sıhhi şartlardan çok uzak büyük bir evde çalışan bu hastane; 1934 senesi Hususi İdare bütçesinin sıhhat işlerine ayırdığı tahsisat ile çağdaş bir sağlık kurumuna haline getirilmiştir. Buradaki amaç sağlık hizmetlerinin verimli bir şekilde halka sunulması, halkın hem modern tıbba hem de devlet sağlık teşkilatına güvenmesi ve rağbet etmesidir. Tokat Memleket Hastanesi üç katlı ve oldukça modern inşa edilmiş; çağın gerektirdiği bütün yeni hastane tertibatına sahip olarak donatılmıştır.

Hastane şehrin merkezinde ve hükümet konağı karşısındaki yamaçların bahçeleri içinde kurulmuştur. 1921 yılında Zile’de Hususi İdare tarafından 10 yataklı bir hastane açılmış ve ertesi sene yatak sayısı 20’ye çıkarılmış ise de 1928 sıhhat bütçesinden hastane tahsisatı kaldırılarak 10 yataklı mükemmel bir dispanser haline getirilmiştir. Daha sonra tahsisat azlığı nedeniyle yatak sayısı azaltılarak 5 yatağa düşürülmüştür. Cumhuriyet Arşivi’nden alınan 1935 yılı kayıtlarına göre, Erbaa, Niksar ve Reşadiye’de her biri beşer yataklı yine İl Özel İdaresi’ne ait ve kira ile tutulmuş evlerde hizmet veren muayene ve tedavi evleri bulunmaktadır.”

Sinan Meydan’ın Cumhuriyet gazetesinden, 23 Ekim 2024 tarihinde yayınlanan konuyla ilgili yazısından bölümler de aşağıda:

Cumhuriyetin çocukları yaşatma savaşı

OSMANLI’DA ÇOCUKLARIN KORUNMASI

Türkiye’de çocuk bakımı ile ilgili ilk kapsamlı çalışma 19. yüzyılda, 1863’te Niş Islahhanelerinin açılması ile başladı. Fakir çocukların bakımı için 1864’te Rusçuk ve Köstence, 1867’de ise Kastamonu, Bursa, İşkodra, Sofya, Sivas, Edirne, İzmir, Halep, Bosna, Erzurum, Diyarbakır, Konya ve Selanik’te ıslahhaneler açıldı. 1873’te Darüşşafaka adı verilen sivil parasız okul açıldı. 1895’te açılan Darülaceze’nin çocuk bölümünde de kimsesiz-yetim çocuklara bakıldı. 1899’da kadınlara ve çocuklara hizmet etmek için Hamidiye Etfal Hastanesi kuruldu. Müslüman çocukların barınması ve eğitimi için 1903’te Darülhayr-ı Ali kuruldu. 1910’da Fakir Çocuklara Yardım Cemiyeti Hayriyesi kuruldu. Savaşlarda ailelerini kaybeden kimsesiz çocukların korunması amacıyla 1914’de Darüleytam adı verilen Yetimler Yurdu, 1917’de de İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.

ÇOCUKLARIN SAVAŞ ÇİLESİ

I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye’de öksüz, yetim, kimsesiz, hastalıklarla pençeleşen, bakıma muhtaç, yeterli beslenemeyen on binlerce çocuk vardı. 19. yüzyılın sonundaki ve 20. yüzyılın başındaki bitmek bilmeyen savaşlar Osmanlı’da nüfusun önemli oranda azalmasına yol açmıştı. 1923’te Türkiye’de cumhuriyet ilan edilirken ülke nüfusu 8-10 milyon civarındaydı. Bu nüfusun birkaç milyonunu oluşturan çocukların önemli bir bölümü korunmaya muhtaçtı. 1920’lerde Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri nüfusun azlığıydı. Üstelik mevcut nüfusun yaklaşık yüzde 70’i çeşitli salgın hastalıkların pençesindeydi.

İLK HEDEF ÇOCUKLARI YAŞATMAK  

1920’lerde bebek ölüm oranı Avrupa’da yaklaşık yüzde 10 ile yüzde 25 civarındayken bu oran Türkiye’de yaklaşık yüzde 85-90 civarındaydı. Bu nedenle bir taraftan salgın hastalıklarla mücadele etmek diğer taraftan yeni doğanları yaşatmak gerekiyordu. 1-3 Eylül 1925 tarihleri arasında toplanan Birinci Milli Türk Tıp Kongresi’nin ana konusu çocuk ölümleriydi. Resimli Ay dergisinin daha ilk sayısında Sabiha Zekeriya, “İçin İçin Ölen Bir Millet” başlıklı makalesinde “Cumhuriyeti tehdit eden müthiş tehlike” olarak çocuk ölümlerini gösteriyordu. Doktor Hakkı Şinasi Paşa’ya gönderme yaparak ülkede çocuk ölüm oranının yüzde 80 gibi son derece yüksek bir oranda olduğunu ileri sürüyordu. Geri kalan yüzde 20’nin de durumu ayrıca vahimdi. “Her şeyden önce yetimler vardı. Bunların sayısı 200 bin dolayındaydı. Küçük bir kısmı devlet tarafından himaye ediliyordu. Kalan 190 bin sokakta kalmıştı. Yine çocukların önemli bir kısmı doğru dürüst beslenemiyordu. Bu oran onda dokuzdu. Üçüncü mağduriyet gayri meşru çocuklarınkiydi. Bir kısmı Darülaceze bünyesinde, önemli bir kısmı ise sokaklarda telef oluyordu. Bir diğer çocuk felaketi kimi ticaret kumpanyaları tarafından sokaklarda dilendirilen çocuklardı.” Felaketlerin en korkuncu, doğumların çok az olması ve doğanların da hayatta kalamamasıydı. Selim Sırrı (Tarcan), Dünya Savaşı öncesinde ve savaş yıllarında Anadolu’da üç inceleme gezisi yapmıştı. Misafir olduğu köylerde halkla olan söyleşilerinde pek acı gerçeklerle karşılaşmıştı. “Kimilerinin bir, iki, pek azının üç çocuğu vardı. Ama çoğunluğunun sekiz, hatta on evladı dünyaya geldiği halde doğan çocuklarının yaşamadığını acı bir lisanla kendilerinden öğrenmişti… Son yıllarda eski payitahtta beş altı çocuklu aile parmakla gösterilecek kadar azdı...” Türkiye’de erken Cumhuriyet döneminde çocuk sağlığı açısından üç ana sorun vardı: Salgın hastalıklar, yenidoğan bebek ve çocuk ölümleri ile ıskat-ı cenin (kürtaj). Ayrıca hayatta kalan çocukların güçlendirilmesi ve sağlığa kavuşturulması gerekliydi. Cumhuriyet için “çocuk ölümleri” bir ulusal meseleydi. Çocuk ölüm oranları korkutucu düzeyde yüksekti. Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı ve Kırklareli Milletvekili Dr. Fuad Bey’in çocuk ölümleri üzerine Gürbüz Türk Çocuğu dergisinde yazdığı makale kamuoyunda ve doktorlar arasında derin ilgi uyandırdı. Yine o sırada Çocuk Sarayı’nın açılış töreninde Başbakan İsmet (İnönü), çocuk sorununun önemine değindi, ülkede çocukların korunması için gerekli önlemlerin alınmasını istedi. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) de 1 Kasım 1925 ve 1926 Meclis açılış konuşmalarında salgın hastalıklarla mücadelenin ve sağlıklı, genç ve üretken bir nesil ortaya koymanın önemini anlattı.

Eğitim Bakanlığı, Çocuk Esirgeme Kurumu, Halkevleri, hatta Sümerbank fabrikaları salgın hastalıklarla mücadele konusunda çocuklara ve yetişkinlere yönelik pek çok yayın yaptı, bilgilendirici kurslar düzenledi. Bu kurumların hastaneleri ve sağlık ocakları bünyesindeki doktorlar çocuk ve anne sağlığı konusunda tarama, teşhis ve tedavi çalışmaları yaptı.  Dönemin basını ısrarla Türk kadınlarının çocuk bakım ve yetiştirmesinde bilimsel bilgiye sahip olmasının önemini vurguladı. Annelerin eğitim düzeylerinin yükseltilmesi için çeşitli çalışmalar yapıldı. Cumhuriyetin başarılı sağlık ve sosyal yardım politikaları sayesinde alınan önlemler sonucu Türkiye’de çocuk ölüm oranları 1927 yılına gelindiğinde yüzde 80, yüzde 90’dan, yüzde 25 ila 35 arasına çekildi. (Toprak, s.27-28)

CUMHURİYETİN ÇOCUK DAVASI

Genç Cumhuriyet, çocuk bakımına, anne-çocuk sağlığına, kimsesiz çocukların sahiplenilmesine ve okullaşmanın artırılmasına büyük önem verdi. 1920’de TBMM açıldığında ilk kurulan bakanlıklardan biri Sıhhiye ve İçtimain Muavenet Vekâleti, yani Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’ydı. 1921’de Ankara’da şehit çocukları başta olmak üzere kimsesiz çocukları korumak için Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk’ün) himayesinde Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. Atatürk, 1935 yılında cemiyete Çocuk Esirgeme Kurumu adını verdi. Kurum, 1921-1935 yılları arasında yurtiçinde 574, yurtdışında 38 olmak üzere toplam 612 şube açtı. Ahlat’tan Cizre’ye, Lice’den Siirt’e, Gaziantep’ten Adıyaman’a yurdun her yanına yayılan kurum, yurtdışında da ABD’den Almanya’ya Avusturya’dan Mısır’a kadar şubeleşti. Çocuk Esirgeme Kurumu 20 yılda toplam 3.469.990 çocuğa yardım etti. 2.334.168 çocuğa süt ve sıcak yemek verdi. 1.135.822 çocuğu giydirdi, muayene ve tedavi etti, okuttu. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun 1946 yılı verilerine göre ülke genelinde 447 kuruluşu 194 bina ve arazisi vardı. Bunların dağılımı şöyleydi:

Çocuk yuvası ve şefkat yuvası: 25

Gündüz bakımevi (kreş): 9

Çocuk yurdu: 21

Süt damlası: 61

Muayenehane: 5

Diş muayenehanesi:3

Doğumevi:9

Pansiyon:38

Aşhane: 112

Talebe sofrası: 71

Çocuk bahçesi: 10

Sıhhi banyo: 13

Sinema: 11

Okuma odası: 5

Çocuk kütüphanesi: 2

Çocuk bakıcılık okulu: 2

Ana mektebi: 4

Çocuk bakıcılık müzesi: 1

Çocuk sarayı: 1

Yüzme ve kum havuzu

Ziyaretçi hemşire teşkilatı

Emzirme sığınakları ve emzirme odaları

Ana kucakları

 

Çocuk Esirgeme Kurumu, halkı bilgilendirmek için, 1939’a kadar kitap, dergi, afiş, broşür toplam 3 milyondan fazla yayın yaptı.  23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarını başlatıp gelenekselleştiren de Himaye-i Etfal Cemiyeti’ydi. Cemiyet, Atatürk’ün desteğiyle 23 Nisanları 1925’ten itibaren “Çocuk Günü”, 1929’dan itibaren “Çocuk Haftası” olarak kutladı.  Çocuk Esirgeme Kurumu, adına yakışır biçimde Cumhuriyetin çocuk davasının başarıya ulaşmasında çok özel bir yere sahiptir. Genç Cumhuriyet, yenidoğan bebekleri yaşatmayı, çocukları sağlıklı bir şekilde bilim ve fen ilkeleriyle büyütmeyi amaçlayan “Gürbüz Çocuk” projesi geliştirdi. Bu proje kapsamında “Gürbüz Türk Çocuğu” dergisi çıkarıldı. Erken Cumhuriyet döneminde çocukların iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi için ilginç projeler de geliştirildi. Bunlardan biri, Trakya Umum Müfettişi Kazım Dirik’in ilk olarak 1936’da uyguladığı “Azat Obaları”ydı. Dirik, Trakya’nın uygun yerlerinde 20 azat obası açarak bulaşıcı hastalıklara yakalanmamış hasta ve cılız çocukları, yeme-içme ve giyim gibi ihtiyaçlarını karşılamak için iki aylığına kampa aldı. Obaların temel amacı çocukları gürbüz hale getirmekti. Bunun için gıdaya önem verildi; çocuklar için örnek yemek çizelgeleri ve verilecek gıda miktarları belirlendi. 1938’e kadar hedeflenen 20 obanın 14’ü açıldı, toplam 463 çocuk kabul edildi.

 

Sağlık Bakanlığı, 1925’te, doğan çocukların hem doğum sırasında hem sonraki dönemlerinde ölümlerini engellemek için doğum ve bakım evleri kurmayı planladı. 1930’a kadar Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars’ta “Doğum ve Çocuk Bakım Evleri” açıldı. Bu evlerde yedi yıl içinde 7 bin 025 kadın yatırıldı. 41 bin 483 kadın ayakta tedavi edildi. 1000’e yakın çocuk yatırıldı. Bu kurumlarda toplam 82 bin 200 çocuk tedavi gördü. 1925’te engelli çocuklar için İzmir’de 100 yataklı bir okul açıldı. 1926’da Medeni Kanun ile çocuğun korunmasına devlet güvencesi getirildi. 1927’de “Çocukları Zararlı Yayınlardan Koruma Kanunu” çıkarıldı. 1929’da Ankara’da Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. Burada 1931’den itibaren aşı üretildi. 1932’de aşı ve serum ithalinden vazgeçildi. 1930’da çıkarılan Belediyeler Kanunu ile belediyelere, kimsesiz çocuklara ve fakir ailelerin ikiz çocuklarına para, doktor, ilaç, yeme, içme, giyinme, barınma, eğitim konularında ücretsiz yardım etme, çocuk bahçeleri, oyun ve spor alanları yapma, yetimhaneler, doğum ve emzirme evleri kurup işletme görevi verildi. 1930 Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda Süt Çocuğu Muayene ve Tedavi Evi ile Doğum Evi kurulması, ebe istihdam edilmesi ve anne-çocuk sağlığının korunması konusunda ayrıntılı hükümler yer aldı. Örneğin doğumlar ücretsiz yaptırılacak, doğumdan önce ve sonra annelere üç hafta izin verilecekti. 20 binden fazla nüfusa sahip şehir belediyeleri birer Süt Çocuğu Muayene Evi açacaktı. 1935 CHP Programı’nda “Çocuk Bakımı” başlığı altında 56. ve 57. maddelerde doğum evlerinin artırılacağı, parasız doğum yardımı sağlanacağı, annelere çocuk bakımı öğretileceği, ebe ve bakıcı sayılarının artırılacağı, şehirlerdeki Süt Damlaları, süt çocukları için Bakım ve Danışma Evleri, kreşler ve öksüz yurtlarının çoğaltılacağı, işçi anneleri ve çocukları ile kimsesiz çocukların korunacağı belirtiliyordu.

 

CHP’nin “Gürbüz Çocuk” projesi kapsamında birçok yerde Süt Çocuğu Muayene ve Tedavi Evleri, Süt Damlaları, Ana Kucakları ve yoksul annelere yardım için Anneler Birliği kuruldu. 1930’larda Şişli Etfal Hastanesi Çocuk Ünitesi güçlendirildi. 1923’te Darülfünun bünyesinde Püerikültür (Kişisel ve Sosyal Çocuk Sağlık Bilgisi) dersleri verilmeye başlandı. İlerleyen yıllarda çocuk hekimliği kürsülerinin sayısı artırıldı. Ayrıca Ankara Numune Hastanesi’nde, İstanbul Tıp Fakültesi’nde çocuk bölümleri açıldı. Genç Cumhuriyet kurulduğunda sağlık personeli yetersizliği nedeniyle yurdun birçok bölgesinde yabancı hemşireler görevlendirdi. 1937-1938’de Balıkesir ve Konya’da ebe okulları açıldı. 1940’larda Köy Enstitülerinde sadece yoksul köy çocukları okutulmakla kalmadı, bu okullarda ayrıca köy ebesi ve sağlık memuru yetiştirildi. Bu ebeler ve sağlık memurları anne-çocuk sağlığı konusunda köylünün en büyük yardımcısı oldular. Genç Cumhuriyet, 1930’larda kurduğu fabrikalarda kadın işçilerin çocuklarını bırakabilecekleri ve işçilerin çocuklarını okutabilecekleri kreşler, yuvalar, çocuk bahçeleri ve ilkokullar açtı.

KAYNAKÇA

Hülya Öztürk-Atiye Emiroğlu, “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemleri İle Erken Cumhuriyet Dönem, Çocuk Yetiştirme Politikaları”, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi, 2022;12 (3):565-578.

Zafer Toprak, “Erken Cumhuriyet, Nüfus Sorunu ve Çocuk Ölümleri”, Toplumsal Tarih, S. 281, Mayıs 2017, s.22-31.

Fuat (Umay), “Haftanın Açılma Gününde Himayei Etfal Cemiyeti Reisi Kırklareli Mebusu Dr. Fuat Bey Tarafından Söylenen Açılma Nutku,” Gürbüz Türk Çocuğu, 79 (Mayıs 1933), s. 5-6.

Ceren Gülser İlikan Rasimoğlu, “Erken Cumhuriyet Döneminde Sağlıklı Bireyin İnşası: Pronatalist Politikalar, Çocuk Sağlığı ve Verem,” İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 39(2), s. 329–357.

Makbule Sarıkaya, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1921-1935, Ankara, 2016.