Mesnevi
bir hoşgörü yapıtı olarak sunulur.
Ama
Mesnevi’nin içinde, Mevlana gibi olmayan herkes kötü tanımlamalarla anılır;
“öteki”ye karşı nefret ifadelerinden geçilmez.
Örneğin,
Mesnevi’de Türkler hiç de iyi anılmaz: Türkler kan dökücü, cahil, saf,
kindardır.
Şu
satırlar bu durumu iyi gösterir:
“Kan
dökücü o Türk Oğuzları geldi; yağmalamak için ansızın bir köyü bastılar.”
“Savaş
Türklerin işidir, kadınların değil.”
“Cahil
bir Türk seher vakti uyandı; şarabın mahmurluğuyla çalgıcı istedi.”
“Türk’ün
gözü kapanmış, aklı kaçmış, şaşkındı; iddiacı Türk kahkahadan sarhoştu.”
Bir
olay yarım anlatılıyorsa benzetme olarak Türk yemeğine benzetilir:
“Türk
kaynatması gibi yarı ham anlattım; tamamını Gazneli
Hekim’den dinle.”
Kindar
kişileri örneklemek gerekirse de Türk kullanılır: “Ebucehil, Peygamber’den,
kindar Oguz Türk’ü gibi bir mucize istedi.”
Türkün
sahip oldukları pek zayıf, temelsizdir:
“Dünyadaki
erkek fillerin önünde, o Türkmenin kara çadırı da
nedir ki?”
Türk
o kadar yetersizdir ki bir Türk’ün Arapça konuşabilmesi mucizelere örnek
gösterilir:
“Onun “o”luğu gitmiş, peri bizzat o olmuş;
Türk ilhamsız Arapça konuşmuş.”
Mevlana’ya
göre zencilik de kötü bir şeydir.
Doğrusu
beyaz olmaktır.
Zenciler
iyilikleriyle, inançlarıyla beyaza dönebilir.
Bir
öyküde Peygambere inanamayan bir zenci, onun mucizelerini görüp imana gelince,
Peygamber tarafından rengi beyaz yapılır:
“O
zenci ve Habeşli, beyaz oldu; gecesi dolunay ve aydın gün gibi oldu. Güzellikte
ve nazda bir Yusuf oldu.”
Efendisi
şaşırınca köle şöyle diyor: “Hakk’ın lütuf eli beni parlak yaptı.”
Zencilerle
ilgili aşağıdaki satırlar da açıklayıcıdır:
“Sarhoş
bir zencinin eline kılıç vermek, ilmin, insan olmayanın eline geçmesinden daha
iyidir.”
“Aynada
çirkin yüzünü görüp, aynaya pisleyen Zenci gibisi: “Ne çirkinsin; tam buna
layıksın” der; ayna da der ki: “Çirkinliğim seninkidir. Ey alçak kör!””
“Tutsak
kişilere padişah denildi; tersine, o siyah kişinin adının kafur
olması gibi.”
“Zenci
gibi kara yüzlülükte sevinçlisin.”
Mesnevi’de
Yahudiler sürekli yerilir, eleştirilir, aşağılanır:
“Padişah
Yahudice kinden öyle şaşı oldu ki! Aman ya Rabbi, aman!”
“Bak,
o köpek Yahudi ne düşündü?”
“O
Yahudi, bir kadını çocuğuyla ateşin önüne getirdi; ateş alevliydi. Çocuğu ondan
aldı, ateşe attı.”
“Allah’ın
güneşinin ışınlarından ışıksız kalan gönül evi, Yahudi’nin canı gibi dar ve karanlıktır.”
“Muhammed’de
bir yıldız ortaya çıktı, kafirin ve Yahudi’nin cevheri
yok oldu.”
“O
taş gönüllü Yahudi, alay, istihza, kin ve hainlikle kahkaha attı.”
“Yaşlılıkta
Yahudilerin dahi hırsı olmasın.”
Köylüler
de Mevlana’nın engin nefretinden payını alır.
Bir
öyküsünde, bir şehirli ile bir köylü anlatılır.
Köylü
şehre her geldiğinde 2-3 ay boyunca şehirli tarafından
ağırlanır.
O
da altında kalmak istemez ve şehirliyi ailesiyle birlikte köyüne davet eder.
Şehirli
adam bu davetleri her zaman reddeder ama sonunda ısrarlara dayanamayıp kabul
eder.
Ailesiyle
birlikte uzun bir yolculuktan sonra köye vardığında ise sersefil olurlar;
köylü, onları ağırlamak bir yana, tanımamazlıktan
gelir.
Mevlana
şöyle der köy hakkında:
“Köye
gitme; köy, adamı ahmak yapar; aklı nursuz ve cansız yapar…Peygamberin
sözünü dinle: “Köyde yerleşmek, aklın mezarıdır.””
Mesnevi’deki Açık-Saçık Hikmetler
Anlatılan
öykülerden birisi “Cariye hikayesi” başlığını taşıyor.
Bu
öyküde bir cariye ile efendisi hanımın işleri anlatılıyor.
Cariye,
evdeki eşekle cinsel ilişkiye girmektedir.
Bir
gün hanımı bu durumu görür ve aynısını kendisi de yapmak ister.
Ama
işler ters gider:
“Eşek
ayağını kaldırdı ve ona batırdı; eşeğin aletinden ona bir ateş düştü…Eşeğin aletinin darbesiyle ciğeri yırtıldı.
Bağırsakları birbirinden koptu.”
Böyle
bir şey cariyenin başına gelmiyordu çünkü o, ilişkiden önce eşeğin aletine bir
kabak geçiriyordu.
“Muhannes ve oğlan hikayesi” ise
şöyle başlıyor: “Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü; onu baş aşağı etti ve
sıkıştırdı.”
Bir
başka öyküde, sapık olduğu öyküden anlaşılan Cuha
adında bir adamın yaptıkları anlatılır.
Cuha, kadın
giysileriyle camiiye gider ve kadınların arasına
oturur.
Vaiz,
kendisine sorulan soruları yanıtlamaktadır.
Sorulardan
birisi “Edep yerindeki kılların namaza zararı var mıdır?” şeklindedir.
Vaiz,
“Uzunlukta bir arpa kadar olunca, o zaman onu gidermek farzdır” şeklinde
yanıtlar.
Cuha, yanındaki
kadına şöyle der:
“Ey
kız kardeş! Çabuk bak, benimkiler böyle olmuş mu? Kadın elini adamın şalvarına
soktu; aleti kadının eline çarptı.”
Bir
başka öyküde, bir komutan o zamanki halifeye bir cariye götürmektedir.
Yolculuk
sırasında birbirlerinden hoşlanırlar ve bir çadırda ilişkiye girerler.
O
sırada kampa bir aslan saldırır.
Komutan
çıplak olarak dışarı çıkıp aslanı kovalar.
Geri
döndüğünde organı hala dimdiktir.
Sonra
gidecekleri yere ulaşırlar, Halife birleşmek için güzel kadının yanına gelir,
“onu düşündü, hazırlandı; sevgiyi artırıcı davranışlara yöneldi”.
Ama
halife hasırın altında bir yılanın hareket ettiğini
sanır, aleti söner, şehveti tamamen kaçar.
Cariye
buna çok güler çünkü komutanın organı aslanla kapıştığı zaman bile dimdik iken
Halifeninki hasırdaki hareketten hemen sönmüştür.
Anlatılanların
en fecisi “Hintli kölenin hikayesi” başlıklı olandır.
Bir
evde yetişen köle, efendisinin kızına aşık olur,
yemeden içmeden kesilip hastalanır.
Evin
hanımı köleyi sorgulayıp durumu öğrenir ve kocasına aktarır.
Evin
efendisi bu arsızlığa çok kızar ve köleye ders vermek ister.
Karısına
düğün hazırlığı yapılmasını söyler; kızını köleyle evlendirecektir.
Gerdek
öncesinde efendi, bir kadın kılığına girer.
Köle,
sevdiği kızla baş başa kaldığını düşünürken kendisinden çok daha güçlü-kuvvetli
efendisiyle baş başa kalır.
Bundan
sonrasını kitaptan okuyalım:
“Hintlicik feryat edip bağırıyordu; def çalanlardan dolayı
dışarıdan kimse duymuyordu…
Gündüze
dek o Hintliciği, köpeğin önündeki un çuvalı gibi
sıkıştırmaktaydı.
Gündüz
tas ve büyük bir bohça getirildi; köle damatların adetince
hamama gitti. O, canı hasta halde ve ardı hamamcı peştemalı
gibi yırtık olarak hamama gitti.”
Gören
gözler için Mesnevi’de daha ne büyük hikmetler vardır kim bilir!