TÜRK
BİLİŞİM
TEKNOLOJİLERİ
SEKTÖRÜ
ŞİMDİKİ
DURUM, SORUNLAR, ÖNERİLER
Murat
Yıldırımoğlu
İçindekiler:
GİRİŞ
BÖLÜM
1: Türk Bilişim Sektörünün Durumu ve Yapılması Gerekenler
Bilişimin Teşviği Konusundaki
Görüşler
a- Bilişim
Teknolojileri Sektörünün Durumu
b- Bilişim Teknolojisin Gelişimi İçin Yapılması
Gerekenler
I) Telif Haklarının Korunması
ii) Serbest Alım-Satım
iii) Risk Sermayesi
iv) Halka Açılma
v) Yabancı Sermaye
c) Teknoloji Geliştirme Merkezleri, “Teknopolis”ler
i) ODTÜ-KOSGEB
ii) Bir Amerikan Girişimi: Sematech
iii) Başarılı Yabancı Bilişimcilerin Kısa
Öyküsü
iv) Başarılı Türk Bilişimcilere Örnekler
1- Karel
2- Telesis
3- Multitek
BÖLÜM
2 : Türk Telekomünikasyon’un Durumu ve Özelleştirilmesi
NOTLAR:
GİRİŞ
Bu çalışma iki bölümden
oluşmaktadır. İlk bölümde Türk bilişim sektörünün durumu ve daha çok
gelişebilmesi için yapılması gerekenler yer almaktadır. İkinci bölümde Türk
Telekomünikasyon firmasının durumu ve özelleştirilmesi gereği anlatılmaktadır.
BÖLÜM
1 Türk Bilişim Sektörünün Durumu ve
Yapılması Gerekenler
a- Bilişim Teknolojileri
Sektörünün Durumu
Türk bilişim sektörü küçük
de olsa canlı, dinamik bir yapı sergiliyor. Bu dinamik yapıyı göstermek üzere
birkaç rakam verelim: Türkiye’de GSMH 1986’dan bu yana yılda ortalama yüzde
10.79 artarken, BT pazarının büyüme hızı yüzde 19.2 (1). Türkiye’de bilgi sistemlerinin toplam
değeri 2.1 milyar dolara ulaşmış durumda (2). Bilgi sistemlerinin değer olarak
yüzde 48’i finans sektöründe bulunuyor. Tüm bilgisayar parkının yüzde 14’ü de
kamu sektöründe bulunuyor. DİE verilerine göre, 1995 yılında toplam 552 milyon
dolarlık BT ithalatı yapıldı (3). 1994 Yılına göre yüzde 61'lik artış ifade
Yıl |
İthalat Miktarı (Bin $) |
1993 |
551,876 |
1994 |
342,488 |
1995 |
552,174 |
Tablo 1: Son Üç Yıllık BT İthalatı
Ülkemizde kamu ve özel
kesimde çok sayıda kişinin geçim kaynağını bilişim teknolojileri oluşturuyor.
Özel kesimde çalışan bilişimcilerin sayısı tam bilinemiyor. Kamuda çalışan
bilişimcilerin sayısı kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) de dahil olmak üzere
yaklaşık 22 bini buluyor (4). Bu bilişimciler 657 sayılı Devlet Personel
Yasası, Sözleşmeli Personel ve kadro karşılığı sözleşmeli olmak üzere üç farklı
statüde çalışıyorlar.
Bilişim alanında öğrenim
gören çok sayıda öğrencimiz var. 1996-97 Öğretim yılında 19 üniversitenin
bilgisayar mühendisliği bölümüne toplam 837 öğrenci alındı (5). Üniversitelere
bağlı iki yıllık meslek yüksek okullarında “Bilgisayar Programcılığı”,
“Bilgisayar Donanımı”, “Bilgisayar Destekli Eğitim” ve “Bilgi İşlem Sistemleri”
bölümlerine de toplam 2892 öğrenci
alındı. Ama öğretim üyesi kısıtlı sayıda.
Üniversitelerdeki bilgisayar bölümlerinde her 29 öğrenciye ancak bir öğretim
üyesi düşüyor (6).
Ülkemizdeki yazılım
endüstrisi ve bilgisayar mühendislerinin durumu ile ilgili olarak Tursoft
tarafından yapılan Türkiye’nin Yazılım Envanteri’ne göre (7) Türkiye’de az sayıda ama genellikle yüksek
randımanlı yazılım üretiliyor, bununla birlikte yurtdışında pazarlanabilecek
nitelikteki hazır ürün sayısı çok az. Tursoft’un genel müdürü Ahmet Güvener şu
açıklamayı yapıyor: “Sonuçlara göre Türkiye’de yazılım alanında ara insan gücü
eksiği var. Buna karşılık az sayıda yüksek kalitede eleman mevcut. Bu arada
Türkiye’de 5 bini aşkın bilgisayar mühendisi var. Ancak envantere göre sadece
1082’si yazılım alanında çalışıyor.”
Türk bilişim sektörünün
dinamik yapısı atak, cesur firmalardan kaynaklanıyor. Bunlardan RAKS dünyaca ünlü BASF firmasının
manyetik ortamlar üreten BASF Magnetics adlı şirketini satın almıştır (8).
Başka bir örnek de sektörün yeni üyesi Çukurova Grubu. Çukurova Grubu kendi
uydularını fırlatabileceklerini söyleyen cüretkar, cesur firmalara sahip (9).
Bu dinamizme karşın sektör
firmaları inanılmaz biçimde içe kapanık bir yapı sergiliyorlar. Örneğin,
Cebit’97 fuarına yalnızca dört firma ile katılıyoruz (10). Bunlar
telekomünikasyon alanında faaliyet gösteren Aselsan ve Komsa, OEM bazlı çalışan
Mirage Computer ve geçen yıl kurulan Tursoft A.Ş. Halbuki ABD 485 şirket ile
katılıyor. ABD'yi 374 şirketin katılımıyla Tayvan izliyor. Endonezya bile fuara
13 şirketle katılıyor.
b-
Bilişim Teknolojisinin Gelişimi İçin Yapılması Gerekenler
Ülkemizdeki bilişim
teknolojisi ile uğraşan firmaların zayıf yapıda oldukları, bilişim teknolojisi
alanında gerçekleşen araştırma-geliştirmenin
çok küçük oranlarda kaldığı
sektördeki hemen herkes tarafından
Bilişim teknolojisinin
gelişimi için sektör yayın organlarında, kongrelerde, toplantılarda hep benzer istekler öne
sürülmektedir: Devletin bilişimi desteklemesi, yüksek teknoloji firmalarının
gelişimi için teknoparklar kurması, Ar-Ge harcamalarına destek sağlaması vb.
Devlet teşviği, teşvikden de
öte, aşağıda göreceğiniz gibi Ar-Ge’nin devlet zoru ile yaptırılması konusunda
en hararetli görüşleri savunan Yurdakul Ceyhun’ın bu konudaki görüşleri şöyle
(12) :
“Devlet, anlamlı ve kapsamlı
Ar-Ge desteği vermelidir. Bugün devletin uyguladığı, Ar-Ge giderlerine düşen
kurumlar vergisinin üç yıl taksitle ödenmesi, DPT ve TÜBİTAK’ın proje
destekleri ya da TTGV’nın parasal kaynakları,
Türk sanayinin bilgi teknolojilerinde atılım yaparak dünya pazarından
pay almasını sağlayacak düzeyde değildir. Ayrıca Türkiye’ye gelen yabancı
sermayenin Ar-Ge yapması zorunlu kılınmalıdır. Türkiye’nin iletişim kesimindeki
kuruluşlarının hemen tümü yabancı sermaye denetimindedir. Bu kuruluşlarda
sürdürülen Ar-Ge çalışmaları da çok
yakından denetlenmeli, yapılan işin ekonomimizi ayağa kaldıracak, bize
dünya pazarlarını açacak ürünlere mi yönelik, yoksa yurtdışındaki ana
firmaların kapsamlı Ar-Ge etkinliklerine fason mühendislik hizmeti mi
veriliyor, bu gerçek ortaya konmalıdır...Türk sanayinin büyük bir bölümünde
AR-Ge çalışmaları yapılmamaktadır. Bunun geçerli olmayan iki büyük nedeni,
ileri teknoloji gerektirmeyen sıradan diyebileceğimiz ürünlerin üretiliyor,
ileri teknoloji diyebileceğimiz konularda ise lisans altında üretim yapılıyor
olması diye özetlenebilir. Belli zorlamalar
ve özendirmeler olmadığı sürece, şirketlerin kısa dönemdeki karlarını kısıp,
uzun dönemli çıkarlarına yatırım yapması pek olası olmayacağından, gerekli
önlemler alınmadığı sürece ortaya çıkan bugünkü durumun kendiliğinden
değişeceği beklenmemelidir...Ekonomideki küreselleşme ve teknolojideki olağanüstü ilerlemeler, iletişim sektörünü
stratejik bir sanayi durumuna getirmiştir. Bu sektörümüzün başarılı durumunu
koruyabilmesi için Devlet’in, değişen dünya koşullarını
gözönünde tutarak yeni politikalar saptaması gerekmektedir. Bu politikalar,
batılı ve pasifik ülkelerinin kendi stratejik sanayilerine uyguladıkları önemli
oranda dolaylı ve gizli ya da doğrudan
destekleyici olmalıdır. ”
Özel bir alan olarak
yazılımın teşviği konusunda da Logo genel müdürü Tuğrul Tekbulut’un görüşleri
şu şekilde (13):
“Yazılım alımı ve özellikle
yerli yazılım alımı özendirilmelidir. Bu
konuda alınabilecek önlemler yazılım alanında KDV indirimi, hızlandırılmış
amortisman gibi ya da yazılım alımlarının tümüyle yatırım indirimi sayılması
gibi tedbirler olabilir. Devlet ihalelerinde iş alan yabancı yazılım servis ve
danışmanlık firmalarının yerli ortaklarla çalışmaları zorunlu hale
getirilmelidir. Yazılım üretiminin yeşereceği teknoparklar kurulmalı, risk sermayesi
kurumu geliştirilmeli, yabancı sermayenin Türkiye’deki teknoparklarda yatırım
yapmaları özendirilmelidir. Yazılım yatırımlarına yatırım indirimi gibi
teşviklerin yanında Ar-Ge yardımları sağlanmalıdır. Yazılım şirketlerinde
istihdam oldukça pahalıdır. Yazılım sektöründe çalışan yüksek nitelikli
personelden alınan gelir vergisi, SSK kesintisi oranları düşürülmelidir.
Yazılım şirketleri için belli bir süre kurumlar vergisi oranı düşürülmelidir.
Yazılım yatırımları çok kısa zamanda geri alınabilmektedir, ekonomiye yükleri
az, katma değerleri yüksektir. Türkiye’de telefon, faks, data uydu ve Internet
iletişim hizmetleri oldukça pahalıdır. Bu hizmetleri yoğun olarak kullanması
gereken yazılım şirketleri için iletişim hizmetleri ücretleri düşürülmelidir.
Kısaca yazılım teşvikleri sabit yatırımlara getirilen yatırım indirimi
teşviklerinin yanında mutlaka işletme sermayesini güçlendirecek şekilde
olmalıdır.”
Hemen hemen aynı görüşler
Likom genel müdürü Nejat Sağtekin tarafından da dile getirilmektedir (13).
Burada sözü geçen önerileri
inceleyelim:
1) Teknoparklar kurulsun:
Ülkemizde kurulan KOSGEB yüksek teknoloji merkezleri ya da araştırma
enstitüleri, ileri teknoloji ya da Ar-Ge adına kendilerine harcanan parayla
orantısız bir üretim yapmaktadırlar. Bunun en iyi örneğini aşağıda ayrıntısı
ile açıklamaya çalıştığımız ODTÜ bünyesinde bulunan ODTÜ-KOSGEB Teknoloji
Geliştirme Merkezi’nde bulabilirsiniz. Başarısız ve çok masraflı örnekler
ortada iken benzer deneylere girişmek yarar sağlamayacaktır.
2) Yazılım sektöründe çalışanların gelir
vergisi ve SSK primlerinin düşürülsün: Bu haklı bir istektir ama yalnızca
yazılım firmaları için değil, her sektördeki her firma için geçerli olabilecek
bir istektir. Çünkü SSK düzgün çalışan bir kurum olmadığı gibi aşırı yüksek
primlere sahiptir. Gelir vergisi oranları da yüksektir ve herkes için
düşürülmesi gerekir.
3) Yazılım firmalarının
kurumlar vergisi düşürülsün: Gelir vergisi için söylediklerimiz kurumlar
vergisi için de geçerlidir. Vergi oranları genel olarak yüksektir ve herkes
için, her firma için düşürülmelidir. Burada aslolan “Çok kazanandan çok vergi
almak” şeklindeki sağduyuya ve kulağa çok hoş gelen ama çok zararlı bir ilkeden
kurtulmaktır. Bu ilke zararlıdır ve yanlıştır, çünkü çok çalışmayı ve çok kazanmayı
engellemeyi hedeflemektedir. İş yaşamının ana ilkesi bir işi daha iyi ve daha
ucuza yapabilmek ve bu sırada daha çok
kazanmaya çalışmaktır. İyi işleyen bir ekonomide çok kazanan kişi ya da firma,
çok çalışmasının, bir işi daha iyi ve daha ucuza yapmanın karşılığını alıyor
demektir. Bu kişi ya da firmadan daha çok vergi alınmasını istemek, o kadar
çalışmayan, işini daha iyi ve daha ucuza yapmaya uğraşmayan kişilerin ya da
kurumların kollanması anlamına gelmektedir.
4) İletişim hizmetlerini
yoğun olarak kullanması gereken yazılım şirketleri için iletişim hizmetleri
ücretleri düşürülsün: İletişim ücretleri, Bölüm 2’de göreceğimiz gibi,
gerçekten yüksektir. Yalnızca bilişim sektörü için değil tüm sektörler için çok
daha uygun iletişim olanakları sağlanmalıdır ve bu da, yalnızca Türk
Telekomünikasyon’un tümüyle ve acilen özelleşmesi ile gerçekleşebilir.
5) Risk sermayesi kurumu
geliştirilsin: Risk sermayesine gerçekten gerek vardır. Bilişimin kalbinin ve
beyninin bulunduğu Amerika’da hemen bütün büyük bilişim firmaları varlıklarını
risk sermayesine borçludurlar. Ama burada da risk sermayesini devletin sırtına
bir yük olarak koymamak lazımdır. Risk sermayesi parlak fikirlere para
yatırarak para kazanmayı planlayan ciddi firmaların işi olmalıdır.
Bilişim teknolojisinin
gelişimi yapay desteklerle sağlanamaz. Bilişim sektörü, ekonominin tüm diğer
sektörleri gibi, sağlıklı bir piyasa ekonomisinin hakim olduğu ülkelerde
gelişmektedir. Bizim de yapmamız gereken şey, bilişim sektörü ile birlikte
ekonominin tümünde, piyasa ekonomisinin hakim olmasını sağlamaktır. Bilişim
sektörü, piyasa ekonomisinin parçaları olan sıkı sıkıya korunan telif hakları,
serbest alım-satım, risk sermayesi, hisse seneti piyasası, vb. sayesinde gelişip serpilebilir. Şimdi kısaca bunları
görelim:
i)Telif
Haklarının Korunması
Serbest piyasanın
gereklerinden birisi fikirlerin, eserlerin, ürünlerin sahiplenilmesi, yani
telif haklarının korunmasıdır. Telif hakları çok önemlidir çünkü yazılım
firmaları ancak bu sayede daha çok para kazanabilirler, kazandıkları para ile
daha çok araştırma-geliştirme yapabilirler. Bakın ABD’de 1994 yılında iş
dünyasının satın aldığı yazılım paketlerinin değeri tam 51 milyar dolar.
Türkiye’de ise 1994 yılında yazılım ithali için harcadığımız para yalnızca 16
milyon dolar (14). Bu rakam 1995 yılında ancak 38 milyon dolara çıkabilmiş.
Türkiye’nin en büyük iki yazılımevi olan Logo ve Link’in yıllık ciroları 5-6
milyon dolar civarında.
Peki bu rakamlar neyi
gösteriyor? Türkiye’de bilgisayarlarda yazılım kullanılmadığını mı? Hayır, bu
rakamlar yalnızca Türkiye’de bilgisayarlarda kullanılan yazılımların çoğunun
korsan kopyalar olduğunu gösteriyor. BSA (Business Software Alliance)’nın
1995’te yayınladığı 1994 Dünya Korsan Yazılım Kullanımı Raporu’nda, Türkiye’de
korsan yazılım kullanma oranının yüzde 97 olduğu açıklanıyor (15). Bu
belirlemeye göre 1994 yılı içinde Türkiye’de yazılım korsanlığından doğan
kayıbın değeri 158.7 milyon dolar. Avrupa’da korsan yazılım kullanım oranı
yüzde 58.6
Korsan yazılım kullanımını
engellemek için 7 Haziran 1995 tarihinde kabul edilen bir yasa değişikliği ile
bilgisayar programları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası tarafından korunan
eserler arasına alındı. Bu yasa uyarınca
bilgisayar programlarını izinsiz şekilde çoğaltan-kullananlar için 3
aydan 3 yıla kadar hapis cezası ve 300 milyon liradan 600 milyon liraya kadar
para cezası verilebilecek. (16)
Bilişim teknolojileri ile
uğraşan herkesin bu konuda son derece duyarlı olması gerekir. Ama her zaman
böyle olmuyor. Bakın devletten teşvik isteyen ve telif hakları yasasını en çok
savunması gereken kişilerin başında gelen Tuğrul Tekbulut bu konuda ne diyor
(13):
“(Telif Hakları) yasasının
şu anda kullanıcısı yalnızca yabancı şirketlerdir, polisiye tedbirlerle ülkemizden
para transferi yapılmasının dışında herhangi bir şekilde kullanılamamaktadır.”
ii)
Serbest Alım-Satım
Yine serbest piyasanın
gereklerinden biri olan serbest alım-satımın önündeki anlamsız yasakların
kaldırılması da gerekir. Örneğin, eski bilgisayarların Türkiye’ye getirilmesi
yasaklanmıştır. Bunun nedeni olarak da Türkiye’nin bilgisayar mezarlığına
dönüşmesini engelleme isteği gösterilmektedir. Halbuki bir makinanın
(bilgisayar ya da dikiş makinası olması hiç farketmez) yaşlı, kullanılmaz olup
olmadığına iş sahipleri ve kullanıcılar karar vermelidir.
iii)
Risk Sermayesi
Bilgisayar firmalarının
finansmanı iki değişik aşamada iki değişik şekilde yapılabilir. İlk aşama
bilgisayar firmalarının işe başlama aşamasıdır. Bu aşamada genç insanlar,
parlak fikirler ama kısıtlı sermayeler söz konusudur. Daha yeni, daha ileri
ürünler için finansman bulmak gereklidir ve bu finansman Risk Sermayesi ile
sağlanır. İkinci aşama, yola koyulan ama gelişmek için daha fazla finansmana
gerek duyan firmaların içinde bulunduğu aşamadır. Bu aşamada da gerekli
finansman, firmanın hisselerinin borsada işleme tabi tutulması, yani halka
açılma ile sağlanır. Sağlıklı ekonomilerde bütün sağlıklı firmalar bu
aşamalardan geçer.
Risk sermayesi piyasaya
girişlerin kolaylaştırılarak fırsat eşitliğinin sağlanması amacıyla yeni
girişimleri ve projeleri geliştirmek amacını taşıyan bir finansman yöntemidir.
ABD’de geniş bir uygulama alanı bulan bu yönteme, DYP-SHP Birinci Koalisyon
Hükümeti Protokolünde de yer verilmiştir.
6 Temmuz 1993 tarihli Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında, risk
sermayesi yatırım ortaklığı şirketlerinin kurulmasına ilişkin tebliğ
yayınlandı. Buna göre risk sermayesi yatırım ortaklığı şirketleri, en az 100
milyar lira sermaye ile kurulabilecek ve bu şirketler, Sermaye Piyasası
Kurulu’nun denetimine tabi olacaklar. Şirketler, yatırım için yeterli sermaye
sağlayamayan girişimcilerin projelerini değerlendirecek. Proje başarılı
bulunursa girişimcinin kuracağı şirkete pay karşılığında destek sağlanacak.
Risk sermayesi yatırım ortaklığı şirketleri, başlangıçta devlet desteğinde
kurulacak ve öncelikle yüksek teknoloji gerektiren projeler desteklenecek. Bu
şirketlerin yaygınlaşabilmesi için de vergi muaflığı sağlanacak. (17)
16 Ekim 1996 tarih 22789
sayılı resmi gazetede yayınlanan KOBİ kararnamesi ile teknolojiye dayanan
KOBİ’lerin desteklenmesi için Halkbank’ın da ortaklığıyla bir yatırım ortaklığı
şirketi kuruldu. Şirket, KOBİ’lere ortak olmak suretiyle faizsiz destekte
bulunacak. Destek en çok 10 yıl içinde KOBİ’lerin yıllık bilanço karından pay
alınması yoluyla geri çekilecek. Şirket aynı zamanda risk sermayesi şirketi
işlevini de görecek; destekte bulunulan şirketlerin hisseleri şirket tarafından
borsada satılabilecek. Şirket ayrıca KOBİ’ler için teknik ya da idari
uzmanlarını danışman olarak görevlendirilecek. (18)
Şu anda dünya çapında
hayranlık uyandıran birçok Amerikan şirketi yola risk sermayesi ile
çıkabilmiştir (19). Bunlara en güzel iki örnek Lotus ve Compaq firmalarıdır. En
büyük risk sermayesi şirketlerinden birisi olan 700 milyon Dolar sermayeli Sevin
Rosen’ın en iyi iki yatırımı, Lotus ve Compaq, firmaya başlangıç yatırımının
tam 90 katını kazandırmıştır. Bu iki şirket Sevin Rosen’ın başkanı Benjamin
Rosen’ın risk yatırım felsefesini çok
iyi yansıtıyor: “Üç şeye dikkat ediyorum: Seçkin bir çalışma ekibi, tanışılması
gerekmeyen bir pazar ve süper bir ürün.”
Rosen, Lotus’un kurucusu
Mitch Kapor’u ve Kapor’un çalışmalarını
biliyordu. O zamanın 8 bitlik çalışma tablosu VisiCalc’ın
eksikliklerinin de farkındaydı. Bu nedenle Kapor ona 16 bitlik bir çalışma
tablosu projesiyle geldiğinde Lotus’a 2.1 milyon dolar yatırım yaptı. Yatırdığı
bu paraya karşılık Rosen’ın kazancı tam tamına 185 milyon dolar oldu.
Compaq’taysa, Rosen
taşınabilir bilgisayar fırsatına hemen sarılmış ve 2.5 milyon dolarlık yatırımı Compaq’ın
gelişimi ile birlikte 190 milyon dolarlık değere ulaşmıştır.
Bir başka risk yatırımcısı
Frederick Adler 1980’de WordStar’ın yaratıcısı MicroPro’ya 1 milyon dolar
yatırmış ve bu yatırımının değeri 1989 yılında 6 milyon dolar’a yükselmiştir.
Risk sermayesi konusundaki
ender kadınlardan birisi olan Jackline Morby’nin öyküsüne bir göz atalım: 500
Milyon doların üzerinde bir varlığı olan TA Associates’ın ortağı olan Jackline
Morby, başarılı kariyerine 1970’lerin sonunda, sıradan bir üniversite mezunu
olarak başlamış. Dört yıl boyunca yazılım firmalarına finans desteği çalışması
yaptıktan ve patronlarına milyonlarca dolar kazandırdıktan sonra şirketinin ortağı durumuna gelmiş. Morby’nin
yatırım yaptığı firmalar arasında Sierra On-Line, Spinnaker Software ve Digital
Research gibi firmalar bulunuyor.
Yazılım endüstrisi, 1981’in başında Morby’nin ilgisini çekmiş.”PC endüstrisi
çok çabuk gelişiyordu ve bunu yazılımların izlemesi kaçınılmazdı. Ayrıca
bilgisayarların evlere gireceği hakkında da çok söylenti vardı.” diyor. Morby
hemen işe koyulmuş ve yazılım girişimcilerini araştırmaya başlamış. Bütün
bilgisayar dergilerini satın alarak bütün ürünleri incelemiş ve bir yığın
şirketle görüşme yapmış. Birçok oyun şirketiyle görüştükten sonra bu işin
pirinin Sierra On-Line (King’s Quest oyununun yaratıcısı firma) olduğuna karar
vermiş. Boston’daki mağazalarda “En iyi oyunları kim yapıyor?” sorusuna aldığı
yanıt hep Sierra On-Line olmuş. Morby’nin şirketinin Sierra’ya koyduğu 3 milyon
dolar da çok kısa bir sürede 9 milyona çıkıvermiş
Şu anda dünyanın en büyük
yazılım firması olan Microsoft da işe risk sermayesi ile başlayanlardan.
Microsoft’a yatırım yapan firma ise şu anda 250 milyon dolarlık bir firma olan
Technology Venture Investors. Microsoft’a yatırım yapılmasını sağlayan kişi ise
firmanın kurucu ortaklarından birisi David Marquard. Şirketin 1 milyon dolarlık yatırımı şimdilerde 100 milyon dolara ulaşmış durumda.
Marquard, Bill Gates Microsoft’u kurarken yığınla yatırımcının onunla
anlaşamaya çalıştığını hatırlıyor. O sırada 30 yaşında bir elektrik mühendisi,
bilgisayar meraklısı ve yeni yetme bir risk sermayedarı olan Marquard, 25 yaşındaki Gates’e ulaşmış. Gates’ın yığınla taliplisi
arasında, en genç rakibine en az on yaş fark attığı için de aynı dili konuşan
iki kişi birbirine ısınmış. Ayrıca bu ikili diğer yatırım analistlerinin- hatta
Marquard’ın firmasının bile- göremediği bir şeyi o zamandan görebilmişler. O
zamanlar insanlar, yazılımın üzerinde yatırım yapılacak bir şey olmadığını
düşünürken, Marquard ve Gates, kişisel bilgisayarların yaygınlaşmaya başlamasıyla yazılım endüstrisinin de
gelişeceğine ve hazırlanacak sıkı bir ürünün, mutlaka bu pazarı
yönlendireceğine inanmışlar. Marquard, o zamanlar, içlerinde Microsoft, MicroPro, Visicorp ve
Digital Research gibi isimlerin bulunduğu birçok yazılım firmasını inceleyerek
buradaki insanlarla ilgilenmiş ve özellikle de Bill Gates kendisi için favori
isim olmuş. Gates’ın Marquard için bu
denli ilgi çekici olmasının nedeni, sahip olduğu iki şey: İyi fikirler ve bu
fikirleri başarıya ulaştırmak için yanıp tutuşan bir yürek. 1980’lerin başında,
Marquard, Sun Microsystems kurucularında da aynı hevesi de görmüş. Ve buraya yaptığı yatırım da başlangıç
miktarının 50 katı olarak kendisine
dönmüş. “Sun o zamanlar hiçbirşey değildi ve üstelik DEC ve IBM’e karşı
savaşıyordu.” İlk finanslarını- ve başlangıçta yitirdikleri miktarı-
kapatabilmek için Sun’ın kurucuları hedef şirketin lobisinde kamp kurmuş ve
dört bir yandan saldırıya geçmiş. Sonunda karşı taraf teslim olmuş ve Sun, iş
istasyonu pazarında lider durumuna geçebilmek için gerekli krediyi kapabilmiş.
Marquard’ın sabit disk devi Seagate’e yaptığı yatırım da yaklaşık 1’e 100
oranında kazanç sağlamış.
Bir başka risk yatırımcısı
William Hambrecht’in özelliği ise batmakta olan firmalara verdiği destek. Bu
destek sayesinde hem firmalar batmaktan kurtulup karlı duruma geçiyorlar, hem
de Hambrecht’in firması Hambrecht & Quist para kazanıyor. Sabit disk
üretiminde lider şirketlerden birisi olan MiniScribe, IBM’in bu şirketten alım
yapmayı durdurmasıyla 100 milyon dolarlık işinin yüzde doksanını kaybetmiş.
MiniScribe, maliyetleri düşürmek için tesislerini ülke dışına çıkarmaya
başlamış. 1985’te şirket iflas etmek üzereyken, Hambrecht’in firması dört yılda
sekiz katına çıkacak olan 7 milyon doları aktarmış ve şirketin dönüşümünü
tamamlamasına yardımcı olmuş. MiniScribe’ın 1988’deki satış rakamı ise 700
milyon dolar. Aynı yıllarda Hambrecht,
bilgisayar kartları ve yedekleme sistemleri üreten Tecmar’ı da bataktan kurtarmak
için 6 milyon dolar aktarmış ve birkaç yıl içerisinde Tecmar’ın kurtuluşunun
yanısıra kendi şirketinin başlangıçta koyduğu paranın değerini 40 milyon dolara
çıkarmış.
Risk sermayesi yalnızca
ABD’de değil dünyanın diğer yerlerinde de işe yaramaktadır. Şimdi Hindistan’a
göz atalım: (20)
Hindistan’ın yazılım
endüstrisi geçtiğimiz mali yılda 840 milyon dolar kazandı. Bunun yüzde 58’ı
yazılım ihracatından kaynaklandı. Hindistan, dünya kullanıcıya özel yazılım
piyasasının yaklaşık yüzde 12’sini elinde tutuyor. Hindistan’ın diğer ülkelere
karşı en büyük kozlarından birisi düşük
ücretler ama bu da hızla değişiyor: Sektörde ücretler her yıl yaklaşık yüzde 25
oranında artıyor. Yine aynı yazıda belirtildiğine göre yazılım sektöründeki
firmaların çoğu halka açılmış durumda. Ama Hintli yatırımcılar henüz teknoloji
sektörüne sıcak bakmıyor ve yeterince yatırım yapmıyorlar. Bu durumun
çözümü olarak risk sermayesi
gösteriliyor. Risk sermayesi henüz işin başında: Şu ana kadar bir düzine kadar
risk sermayesi fonu kurulmuş. Bu fonlar
heryıl paralarının yüzde 10’ununu, yani yaklaşık 20 milyon doları, yüksek
teknoloji şirketlerine aktarıyorlar.
iv)
Halka Açılma
Kalkış aşamasını geride
bırakmış firmaların gereksinim duyduğu finansman halka açılma yoluyla elde edilir.
Bu konuda en iyi örnekler İsrail firmalarıdır (21). İsrailli yüksek teknoloji firmalarının 1995 yılında Amerikan
NASDAQ sermaye piyasasından elde ettikleri gelir 450 milyon dolardır. Bu
gelirin, 1996 yılında 700-800 milyon dolara yükseleceği tahmin ediliyor.
Yaklaşık 30 kadar yeni hisse senedi için yatırım bankaları sıraya girmiş
durumda. Şu anda Amerikan borsalarında işlem görmekte olan İsrailli yüksek
teknoloji firmalarının sayısı 66. Türkiye’de ise Arena dışında hiçbir firma
halka açılmayı düşünmüyor. Amerikan borsalarına açılmayı ise yalnızca Karma
düşünüyor (22).
Hisse senedine yatırım yapma
oranı İngiltere’de yüzde 18, ABD’de ise yüzde 21 civarında seyrediyor (23)
Türkiye’de de bilişim firmaları başta olmak üzere, borsada işlem gören firma sayısı
artarsa, hisse senedine yatırım yapma oranı yükselirse firmalar gelişmek için
gerek duydukları sermayeyi çok rahat bulacaklardır.
v)
Yabancı Sermaye
Yapılabilecek başka bir şey
de yabancı şirketlerin Türkiye’ye yatırım yapmalarının sağlanmasıdır. Büyük
bilgisayar firmaları İrlanda, İsrail, Malezya, Filipinler gibi ülkelere yoğun
şekilde yatırım yapmakta, oralarda istihdam yaratmaktadır. Örneğin, Intel
İsrail’deki ikinci yonga üretim fabrikasını kurmak için 1.6 milyar dolar
değerinde yatırım yapmaktadır (24). Bu yatırım sayesinde doğrudan 1500 kişiye,
dolaylı olarak da 3000 kişiye iş sağlanacaktır. İsrail tarihinin en büyük
sanayi yatırımı olan bu projenin gerçekleşmesi için İsrail hükümeti dolaylı ya
da dolaysız olarak 608 milyon dolarlık destek sağlamış durumda. Intel’in
İsrail’deki diğer araştırma-geliştirme merkezleri ve fabrikasında ise halen
1500 kişi çalışıyor.
c)
Teknoloji Geliştirme Merkezleri ve “Teknopolis”ler
Teknolojik Geliştirme
Merkezleri ya da Teknoparklar ya da TeknoPolis’lerin kuruluş mantığını en
güzel Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
Sanayi Araştırma ve Geliştirme Müdürü Dinçer Kara açıklıyor: (25)
“ Amerikadan başlayan bu
hareketle (teknokent hareketi, MY), üniversitelerin bilgi birikiminden
sanayinin en kısa sürede yararlanması
amaçlanmış. Bu Amerika’da Silikon Vadisi ile başlamış. Hepsinde ünivesiteler
öncülük etmiştir. Üniversitelerin etrafında bazı araştırma kuruluşları, daha
sonra üretim birimleri kurulmuştur. Amerika bunu yaparken dünyadaki rekabetini
sürekli kılmak için yeni ürünler yaratmak istiyordu. Yeni ürünler üretme ve
rekabeti sürekli kılma olayı, üniversite-sanayi işbirliği sağlanarak olmuştur.
Bunu gören diğer ülkeler, İngiltere,
Fransa, aynı yolu izlemişler ve başarılı olmuşlar. ..Almanya da İtalya da böyle yapmıştır...Japonya, kendi
yapısı içerisinde bu işe çok geç, 80’li yıllarda başlamış. Kendi yöntemlerinin
teknoloji geliştirme işine yetmeyeceğini görmüş. Özel bir ekibi Silikon
Vadisine göndererek inceleme yaptırmış. Arkasından 26 tane teknoloji geliştirme
bölgesi, kendi adlarıyla “teknopolis” kurmuş. Şimdi bizim ülkemize baktığımız
zaman, ülkemizin rakamları aynı yerde duruyor. 10,000 çalışana karşı
araştırmacı sayısı beş olmuş, altı olmuş, yedi olmuş, sekiz olmuş. Yükselmiyor.
Niye yükselmiyor? Belli altyapıları yok. Yani, araştırmacıların çalışacağı
mekanları yaratmamışız. Fiziki altyapıyı kurmadığımız gibi, bunlarla ilgili
mevzuatı da getirmemişiz.”
Bu sözlerden şu anlam
çıkıyor: Yetenekli insanların önüne çeşitli fırsatları yığarsak ve “hadi artık,
araştırıp geliştirin, vatana millete hayırlı işler yapın” dersek ülkemizin
araştırma-geliştirme eksiği kapanacak, teknolojik olarak büyük gelişmeler
sağlayacağız. Şimdi hem bizden hem de ABD’den örnekler vererek devlet eliyle
araştırma-geliştirme konusuna açıklık getirelim. Türkiye’deki örneği ODTÜ
içinde bulunan ODTÜ-KOSGEB Teknoloji Geliştirme Merkezi oluşturuyor.
i)
ODTÜ-KOSGEB Teknoloji Geliştirme Merkezi
ODTÜ-KOSGEB Ankara Teknoloji
Geliştirme Merkezi, 12/4/1990 tarihinde ve 3624 sayılı kanunla kurulan Küçük ve
Orta Ölçekli sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ile
Ortadoğu Teknik Üniversitesi arasında 2/5/1991 tarihinde imzalanan işbirliği
protokolü ile kurulmuştur. Merkezin amacı, “ülke sanayinin gelişmesi hedef
alınarak yeni ürün veya teknoloji geliştirmeye yönelik bir fikre sahip olan
müteşebbis veya sanayicilerimize, ürünlerini geliştirebilmeleri için teknik
destek, mekan, büro hizmetleri, yönetim ve işletme becerisi sağlamaktır.
Teknoloji Geliştirme Merkezlerinin bir diğer görevi de sanayi-üniversite
ilişkisini kuvvetlendirerek, sanayimizde teknolojik seviyeyi yükseltmek ve
sanayicimizin ihtiyacı olan bilgiyi üniversiteler kanalıyla temin etmektir.”
Merkezin kuruluşu, merkez
tarafından hazırlanan dökümanda böyle açıklanıyor. Yine aynı dökümanda “Bu
Merkezden Kimler Yararlanır” başlıklı bölümde merkezden yararlanabilecek
firmalar şu şekilde sıralanıyor:
* Yeni bir ürün ve teknolojiyi geliştirmeyi
düşünen ve bu konuda yeterli teknik bilgiye sahip ilk yatırımcılar.
* Yeni ya
da ileri teknolojiye dayanan bir
sahip olup, bunu ticari alana aktarmak için destek isteyen müteşebbisler.
* Mevcut işletme
koşullarında yeni ürün ve teknoloji geliştirme olanaklarına sahip olmayan,
ancak bu konuda yeterli bilgi birikimi bulunan küçük ve orta ölçekli
sanayiciler.
* Bilimsel temellere dayalı
araştırma-geliştirme projelerini sanayiye uyarlamayı hedefleyen kişi ve
kuruluşlar.
* Kuruluşlar tarafından
önerilecek teknoloji seçeneklerini sanayiye uyarlayacak ölçüde teknik bilgi ve
beceriye sahip girişimciler.
Merkezde halen 25 firma yer
alıyor. Bu firmalar şu şekilde sıralanıyor:
1) ORTANA Elektronik Sanayi
ve Tic. Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: LED’li
scoreboard, bilboard vb. görüntüleme sistemleri, mikroişlemci tabanlı kontrol
sistemleri, video-TV teknolojisi uygulamaları, video grafik, bilgisayar
animasyonları.
2) Kardiosis Kardiyolojik
Tanı Sistemleri Ltd. Şti.
Faaliyet Alanı: Stand-alone,
bilgisayarlı elektrokardiyografi sistemi geliştirilmesi, bunun yanında
bilgisayar kontrollü koşu bandı üretimi ve sisteme eklenmesiyle bir efor
sisteminin oluşturulması.
3) ON Elektronik Sanayi ve
Tic. Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Solid-state
thermo electric device kullanarak bir soğutucu sistemi oluşturup bir
air-cooler&conditioner üzerinde uygulanması, LED’li scoreboard
sistemlerinin oluşturulması
4) EBİ Elektronik Bilgisayar
ve İnşaat Tic. ve San. A.Ş.
Faaliyet Alanı: ODTÜ
Geliştirme Vakfı kuruluşu olan EBİ, TEK abone okuma sistemine hız getirecek
olan “endeksör cihazı” ve DSİ akarsular veri toplama hizmetine otomasyon
sağlayacak olan “Debi Ölçüm Cihazı” üzerinde çalışmaktadır.
5) GATE Elektronik San.
Mümessillik ve Tic. Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Sanayi ve
servis alanlarında kullanılan elektronik baskılı devre kartlarının test, arıza
bulma ve tamir cihazlarının tasarımı, üretimi ve pazarlanması konusunda
faaliyet göstermektedir.
6) ESTA Elektronik Yapı
Malzemeleri
Faaliyet Alanı: Elektronik
sıhhi tesisat armatürleri. Kullanıcının fiziksel temasına gerek
kalmaksızın çalışan, alışılmış elle
kumanda edilen bataryaların, muslukların ve su akıtma sistemlerinin yerine
geçebilecek elektronik su armatürleri tasarımı ve üretimi üzerinde
çalışmaktadır.
7) Karina Tasarım,
Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Yangından
korunma ve yangın güvenliği. Genel uygulamaların ve sistemlerin yanısıra amaca
ve riske yönelik, özel yangından korunma sistemlerini, disiplinler arası bir
uyumla (mimari, statik, mekanik, elektrik, işletme) tasarlamak, bunlara ilişkin
danışmanlık, bilgi ve eğitim hizmetleri vermektir.
8) Elimko Elektronik İmalat
ve Kontrol Tic.Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Üretim
endüstrileri için akıllı denetim donanımı ve algoritmalarının geliştirilmesi.
9) EMSE Mühendislik A.Ş.
Faaliyet Alanı: Akıllı kart
kontrol cihazı (Chip Card Controller). Chip Card ile güvenli bilgi kaydı, kredi
işlemleri, kimlik tanıma-denetim, ücret ödeme otomasyonu gibi uygulamaları
sağlayacak cihazların tasarımı ve üretimi. Özel yazılımları ile kart üzerine
data kaydı, mevcut kayıtların okunup yerine yenilerinin kaydı, bu işlemlerin
doğruluğunun ve güvenliğinin sağlanması. Çevre ekipmanlarının tasarımı ve
üretimi. Chip card’ın kendisinin üretimi.
10) Ortadoğu Yazılım
Hizmetleri A.Ş.
Faaliyet Alanı: Eğitim
yazılımları, seviye tesbiti testi ve soru bankası yazılımları, çoklu ortam
yazılımları.
11) Nisan Yazılım A.Ş.
Faaliyet Alanı: VCR çıkışı
olan medikal cihazlardan elde edilen görüntülerin genel bir hasta veri tabanı
içerisinde saklanması. Firma, görüntülerin genel bir hasta veri tabanı
içerisinde saklanması ile ilgili yazılımı geliştirmektedir.
12) TALCOM Mühendislik
Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Uydu
aktarıcı projesi. Ku bandında DBS (Direct Satellite Broadcasting) uydularından
yapılan TV yayınlarının uygun bir çanak antenle alınıp, uydu alıcı cihazlarında
resim ve ses olarak elde edilmesi, daha sonra bu sinyallerin UHF bandında uygun
kanallara modüle edilip güçlendirilerek tek bir verici antenle yerleşim
bölgesine yayınlanması.
13) TEKNOPLASMA Malzeme Müh.
Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Aşınmaya
dayanıklı ve koruyucu ince kaplamalar. Kalınlıkları 5 mm’nin altında olan, yüksek teknoloji ürünü seramik
kaplamaların değişik buharlaştırma yöntemleriyle üretilmesi, nitelendirilmesi
ve teknolojik uygulama alanlarının geliştirilerek aşınma kayıplarından doğan
ülke ekonomisindeki zararları azaltmaya yönelik
projeler.
14) İnter Mühendislik A.Ş.
Faaliyet Alanı: TSK
bünyesindeki HF/SSB telsiz cihazları ve ek donanımının fonksiyon ve performans
testleri yapacak ve komponent düzeyinde arızasını bulacak test sistemi
geliştirilmesi.
15) Karuzel Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Tıbbi amaçlı
ultrasonik buhar üretici (nebulizer). Aracın temel prensibi suya ya da sıvıya
verilen mekanik titreşimlerin su molekülleri arasındaki çekim kuvvetini yenerek
buharlaşmayı sağlamasıdır. Cihaz hastalara buhar halinde ilaç verilmesi için
kullanılır.
16) Serbest Tasarımcılar
Birliği
Faaliyet Alanı: Türkiye’nin
endüstriyel yeniden yapılanmasında tasarımın rolünün çok önemli olduğu ve bu
doğrultuda ülke koşullarına ve gereksinimi olan tasarım kavramının gündeme
getirilmesi.
17) Elektra A.Ş.
Faaliyet Alanı: Bilgisayar
yazılımları ve bilgisayar kartlarının tasarımı. Firma ilk ürünü olan “Gordiyon”
adlı hard-lock’ını üretmiştir. İkinci ürünü olan “point-of-sale” denen
sistemlerinin tüm tasarımları tamamlanmış ve ilk protipleri tamamlanmıştır.
18) Polar Mühendislik ve
Danışmanlık
Faaliyet Alanı: Ev kontrol
sistemi ve dağıtım-nakliye sektörü güzergah optimizasyonunun geliştirilmesi.
19) IZCOM Elektronik Sanayi
ve Tic. Lt.Şti.
Faaliyet Alanı: 2 GHz
audio-video mikro dalga bağlantısı sağlayacak cihaz, Türkiye’de üreticisi
bulunmayan profesyonel radyo televizyon yayını kalitesinde, ajans ve
televizyonlarda kullanılabilecek video amplifier ve FM RF amplifier üretmek.
20) MENTAL Mühendislik
Faaliyet Alanı: Çok amaçlı
bilgisayar kontrol ünitesi ve dağıtılmış kontrol sistemleri uygulaması. Kişisel
bilgisayarların gerekli arabirim devreleri ve yazılım desteği ile donatarak
endüstride herhangi bir üretim sürecini kontrol edebilir biçimde geliştirmek ve
daha uzun vadede oluşturulan bu temel kontrol birimi ile birçok sürecin
kontrolünü sağlayacak hiyerarşik yapının (haberleşme ortamının) oluşturulmasını
sağlamak.
21) PROTEM Mühendislik
Faaliyet Alanı: Shaft
encoder veya tako jeneratörü kullanarak DC motorların pozisyon veya hız kontrol
ünitelerini geliştirmek.
22) İMA Bilgi Sistemleri
San. ve Tic.Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Devlet
güvenliğinin ön koşullarından biri olan “bilgi güvenliği”nin sağlanmasına yönelik mevcut yasal ve idari
düzenlemelere uygun ses güvenlik cihazlarının üretilmesi.
23) OK Dış Ticaret ve
Madencilik Sanayi Ltd.Şti.
Faaliyet Alanı: Madencilik
ve inşaat sektörlerinde ve özellikle kömür ocaklarında dolgu ve izolasyon
maddesi olarak kullanılan köpüklerin üretilebilmesi ve üretilen bu köpüklerin
geliştirilmesi.
24) EGİS Mühendislik
Faaliyet Alanı: Görüntü
işleme uygulamaları. Bir veya birden fazla kamera ile, işlenen ürünün iki veya
üç boyutlu görüntüsünü alan, bu görüntü bilgisini özel bir donanım kullanarak
sayısallaştıran ve sayısal bilgiyi bilgisayar ortamında, özel olarak
geliştirilen yazılımlarla işleyerek gerçek zamanda karar ve uygun yönde tepki
veren ve bu işleri endüstriyel ortamda, insansız olarak, yüksek hız ve
doğrulukta yapan otomasyon sistemlerinin tasarımı ve üretimi.
25) FORBİS Mühendislik
Faaliyet Alanı: Yazılım ve
hizmet sektöründe ileri teknoloji kullanarak, ekonomik yönden nispeten daha
istikrarlı Batı Avrupa pazarına yönelik faaliyetlerde bulunmak, bu pazarlarda
uzun vadede sağlam bir yer edinmek, yüksek katma değeri sağlamak, ulusal kaynakları
en verimli şekilde kullanarak, uluslararası yazılım pazarlarında üretici ve
hizmet sağlayıcı olarak yer edinebilmek için, yazılım ve hizmet ihracatı
çalışmaları.
Yukarda görülen firmalardan
ikisi, Ortadoğu Yazılım ve Nisan Bilgisayar, hiçbir teknolojik
araştırma-geliştirme faaliyeti içinde değildir. Buna karşın merkezde bulunan 28
odanın 6 tanesi bu iki firmaya ayrılmıştır. Bu firmalar, Ankara’daki 800’e
yakın bilgisayar firmasının hemen hepsinin yaptığı gibi, bilgisayar satmaya ve
harcıalem yazılımlar-projeler
geliştirmeye çalışmaktadırlar. Üstelik bu işte KOSGEB’in olanaklarını
kullanarak diğer firmalara karşı haksız bir kazanç sağladıkları da
söylenebilir. Merkezde bulunan GATE
Elektronik’in faaliyeti daha çok test cihazı ithal edip pazarlamak şeklindedir.
Merkezdeki firmalar arasında Serbest Tasarımcılar Birliği gibi teknolojik
gelişme ile ilgisi olmayan bir kuruluş da var. Forbis Mühendislik’in de
faaliyet alanı oldukça geniş ama bu faaliyetlerin teknolojik gelişme ile ilgisi
yok. Bu beş firma şu anda faal olarak kullanılan 25 odanın 9’unu, yani, üçte
birinden fazlasını kaplamaktadırlar. Faaliyet alanları yukarda belirtilen diğer
firmaların da teknolojik olarak yeni birtakım faaliyetlerle mi ilgilendikleri
yoksa sıradan, benzerleri hemen her yerde bulunabilecek üretim çalışmaları mı
yaptıkları da tartışılabilir. Örneğin, yalnızca Ankara’da dört-beş firma,
LED’li scoreboard yapımıyla uğraşıyor. Elektronik kumandalı armatürler,
yangından korunma sistemleri ve motor
kontrol sistemleri uzun zamandır Türk firmaları tarafından üretiliyor ve
piyasaya sunuluyor. Kısacası merkezde
teknolojik geliştirme konulu çok az firma faaliyet gösteriyor. Bu merkezdeki
yapının kurulacak diğer teknoloji geliştirme merkezlerinde ve
teknoparklarda tekrarlanması büyük
olasılık.
ii)
Bir Amerikan Girişimi: Sematech
Devlet eliyle
Araştırma-Geliştirme yapmak ya da
teknoloji geliştirmek Türkiye’de mümkün değildir. Türkiye’de mümkün olmadığı
gibi diğer ülkelerde de mümkün değildir. Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da ya
da Tayvan’da da devlet yardımıyla teknolojik gelişme önerileri ve
girişimleri vardır. Ama bu öneriler ve
girişimler hep bu ülkelerde belli bir teknolojik gelişme yaşandıktan sonra ve
hep birbirlerine bakarak ortaya çıkmıştır. Yukarda sayın Dinçer Kara’nın
sözlerine dönersek Japonya’nın teknopolis geliştirme işinde geç kaldığı ve bu
konuda ABD’yi taklit ettiğini görürüz. Öte yandan Internet’ten Sematech hakkında bilgi toplarken, bu
girişimin devlet destekli Japon endüstrisinin tehdidine karşı yapıldığını
öğrendim. Garip değil mi?
Bu girişimlerin işe yarar
sonuçlarının olup olmadığı, atılan taşın ürkütülen kurbağaya değip değmediği ve
vatandaşların vergilerinin devlet eliyle havaya savrulup savrulmadığı ciddi bir
şekilde tartışılmaktadır.
Şimdi devlet yardımıyla
teknolojik gelişme sağlama girişimlerine en iyi örneklerden birisi olan
Sematech hakkında biraz bilgi verelim.
Sematech 11
yarıiletken üreticisi tarafından kurulan, kar amacı gütmeyen bir
konsorsiyumdur. Kurucu üyeler bizim de yakından tanıyabileceğimiz firmalar:
AMD, AT&T, Digital Equipment, Harris, Hewlett Packard, Intel, IBM,
Motorola, National Semiconductor, Rockwell ve Texas Instruments. Yıllık bütçesi
200 Milyon dolar. Bu bütçenin yarısı üyeler tarafından karşılanıyor, diğer yarısı
ise Savunma Bakanlığı yolu ile Amerikan vatandaşlarından sağlanıyor. Sematech'in görevi Japon firmalarına yanıt
olarak daha küçük, daha hızlı mikroçipler üretmek. Sematech, Amerikan
firmalarının yarıiletken teknolojilerinin gelişimini hızlandırmak amacı ile
yarıiletken üretim araçları geliştirmeye çalışmaktadır. Şimdi Sematech ile
gelişimini yıl yıl izleyelim:
* 1986: Sematech
düşüncesinin doğuşu
* 1987: Sematech
kuruluyor ve ilk yıl bütçesi onaylanıyor.
* 1988: Yer
seçimi yapılıyor. NCR da Sematech'e katılıyor. Intel'in efsanevi kurucularından
Robert Noyce başkan oluyor. Yalnızca 32 haftada Sematech'in temiz oda tesisleri
devreye giriyor.
* 1989:
Sematech'in ilk üretimi, ilk kontratları. Hükümet Katkıları Üzerine Tavsiye
Konseyi bir Sematech raporu yayınlıyor. Bu raporda Sematech'in bu zamana kadar
başarılı olduğu ama bunun Amerikan yarıiletken sektörünü ayağa kaldırmasının
garanti olmadığı ve Sematech konsorsiyumunun diğer endüstriler için uygun
olmayabileceği belirtiliyor.
* 1990: Sematech
ve Avrupa Submikron Silikon Girişimi (JESSI)
ortaklaşa projeler geliştirme konusunda anlaşıyorlar.
* 1991: Sematech,
araştırma tesislerini 8 inçlik silikon tabakaları üretim tesislerine
dönüştürüyor. İlk beş yıllık görevin tamamlanmasından sonra uzun dönemli
planlar yapılmaya başlıyor.
* 1992: LSI
Logic, Harris Technologies ve Micron Technology firmaları Sematech'ten
ayrılıyorlar. Ayrılış nedenlerini Sematech'in odaklandığı alanların kendi
hedeflerine uymaması olarak açıklıyorlar. Sematech, yalnızca ABD kaynaklı
üretim araçlarını kullanarak 0.35 mikronluk üretim teknolojisine
geçilebileceğini gösteriyor. VLSI
Research adındaki araştırma kuruluşu, Intel ve Motorola'nın başını çektiği
Amerikan yarıiletken firmalarının tün dünyadaki yarıiletken gelirlerinin yüzde
44'ünü elde ettiklerini açıklıyor. Japonlar 1984'den bu yana ilk kez yüzde
43'lük paylarıyla ikinci oluyorlar. Bu sonuçta Sematech'in de önemli bir role
sahip olduğu açıklanıyor.
* 1993:
Sematech'in görevleri paketleme, test, tasarım ve ara bağlantıları da içerecek
şekilde genişletiliyor.
* 1994: 1996
Yılından itibaren hükümet fonlarından para transferinin sona erdirilmesi
kararlaştırılıyor.
* 1995: 1996 Mali yılı için
hükümet fonlarının yalnızca 39 milyon dolar olması planlanıyor. Hükümet
katkısının azalması ile birlikte çalışan sayısının 500-550 dolayına indirilmesi
planlanıyor. Eski adı NCR Microelectronics Products Division, yeni adı Symbios
Logic olan firmanın üyeliği sonra eriyor.
Sematech’in tarihinden
gözümüze şunlar çarpıyor: Böyle bir topluluktan tüm üyelerin çıkarlarına uygun
bir faaliyet çıkarmak zordur. Bu tür
girişimlere sağlanan kamu desteğinin yakından izlenmesi ve girişimler ne kadar
yararlı olursa olsun desteğin en kısa zamanda kesilmesi gerekir. Teknolojik gelişme zamana karşı yarış demektir
(Sematech’in 32 haftada-8 ayda temiz oda tesislerini hazırlaması güzel bir
örnek). Bu tür konsorsiyumların ABD’de bile ne kadar işe yaradıkları ve her
sektör için uygun olup olmadıkları tartışma konusudur.
iii)
Başarılı Yabancı Bilişimcilerin Kısa Öyküsü
Teknolojik gelişme özel bazı
teknomerkezler ya da teknoparklar yapılarak sağlanamaz. Bu iş için tüm ülkenin
büyük bir teknopark haline getirilmesi gerekir. Bu da ancak teknolojik
gelişmenin önündeki yasal-bürokratik engelleri ortadan kaldırmak, devletin
ekonomideki payını azaltmak, yetenekli insanların yetenekleri sayesinde çok
para kazanacakları ortamlar yaratmak yoluyla
mümkün olur.
BYTE’ın 20. yılı dolayısıyla
yayınladığı özel sayıda, bilişim sektörünün en önemli 20 kişisi yer alıyor.
Bunların bazılarının kısa bilgisini aşağıda bulacaksınız. Hiçbiri için devletin
ya da başka bir gönüllü kuruluşun altyapı-üstyapı ortamı oluşturmamış
olmamasına, bu yetenekli insanların, pazarı da çok iyi tahlil ederek öncü,
yeni, ileri ürünler ortaya çıkarmış ve bu sayede çok iyi para kazanmış
olduklarına dikkat ediniz.
Dan Bricklin: Şu anda kullandığımız çok gelişmiş
elektronik tablolama porgramlarının atası VisiCalc’ın yaratıcısı. VisiCalc’ı
yaratmak Harvard İşletme Okulunda okurken aklına gelmiş. Hocası kara tahta
üzerinde bir tablo yazıp-çizerken o böyle bir tablonun elektronik olarak
yapılsa ne kadar iyi olacağını düşünmüş ve bir arkadaşı ile birlikte 1979
yılında, mikrobilgisayarların iş çevrelerinde de saygı görmesini ve
kullanılmasını sağlayan, VisiCalc programını çıkarmış.
Bill Gates: 1975 Yılında arkadaşı Paul Allen ile birlikte
4 KB’lık belleğe sahip MITS Altair 8800 bilgisayarında çalışabilecek bir BASIC
versiyonu yazdılar. Sonra Microsoft’u kurup değişik platformlar için değişik
diller yazmaya başladılar.1980’de IBM, ürettiği PC’ler için işletim sistemini
yazmak üzere Microsoft ile anlaştı. Şu anda dünyanın en zengin insanları
arasında.
Steve Jobs: “1979 Yılında Xerox’un Palo Alto Araştırma
Merkezi’ni ziyaret ettim. Orada Alto bilgisayarını gördüm. Üzerinde kaba bir
grafiksel kullanıcı arabirimi çalışıyordu. ... Bütün bilgisayarların birgün
benzer arabirimlere sahip olacağını kavramam için 10 dakika yetti.” Bu sözler,
arkadaşı Steve Wozniak ile bir garajda Apple Computer’ı yaratan Steve Jobs’ın.
Kurduğu bilgisayar şirketinden atılmış olsa da yeni şirketi Nextstep ile yeni
şeyler üretmeye devam ediyor. Artık yeni ürünleri garaj köşelerinde
yaratmayacak kadar zengin.
Marc Andreessen: 22 Yaşında Netscape’ın iki kurucusundan
birisi oldu. Netscape’ın hisselerinin borsada işlem görmeye başlamasıyla
birlikte yüzmilyonlarca dolarlık bir servetin sahibi oldu.
Phillippe Kahn: Fransa’da çobanlık da yaptığı
söylenen Kahn cebinde 2000 Dolarla
Amerikaya geldi, yeşil kartı da yoktu, işi de. 1983 Yılında bir otomobil
tamircisinin üzerindeki büroda Borland International’ı kurdu.. İlk ilanın
parasını sonradan ödemek için BYTE pazarlama yetkilisini ikna etmesi güç
olmuştu ama yazdığı Turbo Pascal programının ilanı BYTE’ta çıkınca bir anda
dünyanın en çok kazanan bilgisayarcılarından birisi haline geldi.
Mitch Kapor: Lotus’un kurucusu. Lotus’un kuruluşu için
risk sermeyesini anlattığımız aşağıdaki bölüme bakabilirsiniz.
Robert Metcalfe: Harvard’daki doktora tezini yerel
bilgisayar ağları üzerine hazırlamıştı. 1973 Yılında Xerox’un Palo Alto
Araştırma Laboratuvarına geçti ve orada Ethernet’i yarattı. 1979 Yılında, halen
dünyanın en büyük ağ ürünleri
üreticilerinden birisi olan, 3COM’u kurdu. 1990 Yılında çok zengin
birisi olarak emekli oldu.
Eğer yukardaki kişilerin Amerika’ya
özgü kişiler olduklarını düşünüyorsanız Hindistan’daki Narendra Kumar’ın
öyküsüne göz atalım (26): 1989 Yılında, 25 yaşında bulunan Narendra, babasından
300 Dolar alıp odasına kapandı. Bir yıl sonra bir virüs temizleme programıyla
piyasaya çıktı. Kurduğu Nashsoft Systems Ltd. ile bu programdan 20.000’e yakın
kopya sattı. Şu anda ürünlerini Singapur
ve ABD’de satmaya çalışıyor.
Bir örnek de Macaristan’dan
verelim: (27) Dünyaca ünlü ArchiCAD mimarlık yazılımı, Macar Graphisoft
tarafından üretilmektedir. Firmanın kurucusu Gabor Bojar, Macar Jeofizik Enstitüsünde çalışırken
Hewlet-Packard HP9845 hesap makinesinde (o zaman için bulabildikleri en iyi
“bilgisayar”) çalışan bir 3D resim işleme programı yapmış. 1981 Yılında işinden
ayrılıp karısının mücevherlerini sermaye yaparak Graphisoft firmasını kurmuş.
Şu anda Graphisoft Macintosh ortamında lider CAD yazılımı üretiyor ve 10 milyon
Dolarlık firmasını atak bir pazarlama politikası ile 10 kat büyütmeyi hedefliyor.
Görüldüğü gibi en büyük
sermaye kişilerin bilgisi, hırsı, çalışma azmi ve kendisi ile yakınlarının çok
kısıtlı sermayesidir.
iv)
Başarılı Türk Bilişimcilere Örnekler
En büyük teşvik kazançtır.
Yaptığı işten kazanç sağlayan firmalar işlerini daha iyi yapıp daha çok
kazanmak için çalışırlar. Sağlıklı bir ekonomide kafasında iyi fikirler olan
kişiler fikirlerini uygulamaya geçerecek fırsatları ve olanakları muhakkak
bulurlar. Teknolojide ilerlemek için, istihdamı arttırmak için ekonominin
sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, dünya ekonomisiyle bütünleştirilmesi
gerekli ve yeterlidir. Ek olarak birşeyler yapmaya, yapay mekanizmalar kurmaya
çalışmak gereksizdir, boşunadır.
Bu şekilde gelişen bilişim
firmalarına en güzel örnekler ülkemizin özel
telekomünikasyon firmalarıdır. Karel, Multitek ve Telesis adındaki özel
telekomünikasyon firmaları devletten teşvik vb. yardımlar almadan, yalnızca
telekomünikasyon alanındaki gelişmeyi iyi takip ederek ve alanlarında en yüksek
teknolojiyi uygulamaya çalışarak işe başlamışlar ve büyüyüp gelişmişlerdir. Bu
üç firma hakkında PC Günlüğü dergisi için hazırlamış olduğum yazıları buraya da
almayı uygun görüyorum.
1- KAREL (28)
Karel, telefon santralları
üreten bir şirket. Karel adını taşıyan telefon santrallarına büroların çoğunda
rastlamışsınızdır. Bu santrallar tamamıyla Karel'in kendi tasarımı ve üretimi.
Karel, Sinan ve Yaman Tunaoğlu adında iki kardeşin kurduğu bir şirket. Sinan
Tunaoğlu ODTÜ Elektrik/Elektronik Mühendisliğinin Telekomünikasyon dalından
1979 yılında mezun olmuş. Yüksek lisansını da aynı okulda tamamlayan Sinan
Tunaoğlu'nun 3-4 yıllık bir asistanlık deneyimi de bulunuyor. Daha sonra özel
kullanım alanlarına sahip endüstriyel kumanda devreleri üreten bir şirket
kurarak çalışma yaşamına atılmış. Ortağı ve kardeşi olan Yaman Tunaoğlu ise Boğaziçi
üniversitesinde mezun ve o da elektronik mühendisi. Yaman Tunaoğlu 1986 yılında
üniversiteden mezun olduktan hemen sonra Sinan Tunaoğlu ile çalışmaya başlamış
ve 1987 yılında Karel'i kurarak telefon santralı üretimine başlamışlar. O
günden bugüne Türkiye'nin en büyük iki
telefon santralı üreticisinden birisi olmuşlar. Telefon santralı üretimine
başlamalarının nedeni 1983 yılından sonra Türkiye'de telefon alanında büyük bir
patlamanın yaşanması. 1983'e kadar ancak 2.5 milyon dolayında olan kurulu hat kapasitesi
şu anda 10 milyona dayanmış durumda. Bu olağanüstü gelişme, telefon
santrallarına yönelik talebin korkunç bir şekilde artmasına neden oldu. Bu
talebi de küçük, büro tipi santrallar alanında Karel, daha büyük santrallar
alanında Telesis ve PTT santralları alanında da Netaş, Siemens, Türk Telekom
gibi firmalar doldurdu.
Telesis ve Karel dışındaki
firmalar teknolojilerini dışardan alıyorlar ve satışları daha çok devlete
oluyor. Karel'in ve Telesis'in daha çok devlet dışı piyasada tutunmuş olmaları
çok önemli ve çekici bir özellik. Bu konuda yabancı firmalardan alınacak çok
şey var ama Türkiye'de, Türk mühendislerin ürettiği bir teknoloji bana daha çok
heyacan veriyor.
Sinan Tunaoğlu ile kardeşi
Yaman Tunaoğlu birleşip Karel'i kurduktan sonra karlı bir alan olarak
gördükleri için telefon santralı üretmeye başlamışlar. Ama bu üretim ilk
başlarda, seri bir üretim olmaktan çok istek üzerine ayda 3-4 adeti aşmayan bir
üretim imiş. Piyasanın oldukça istikrarlı bir şekilde geliştiğini görünce
üretimleri büyük oranda telefon santrallarına kaymış. Pek bilinmese de şu anda
bile telefon santralı dışında endüstriyel kumanda devreleri üretimi var ve kar
getirecek herhangi bir konuda üretim yapabileceklerini söylüyorlar.
Karel'in şu anda üretmekte
olduğu üç tip telefon santralı var. Bunlar MS26, MS38 ve MS48 kodlarını
taşıyorlar. MS26'ların kapasitesi 2 dış hat, 6 iç hat. MS38'lerin kapasitesi 4
dış hat, 8 iç hat ve MS48'lerin kapasitesi de 6 dış hat, 18 iç hat. Üç santral da elektronik ama şu anda dünyada
gittikçe yaygınlaşan sayısal teknoloji yerine tümüyle analog bir teknoloji
kullanıyorlar. Sinan Tunaoğlu sayısal teknoloji kullanılmamasının nedenini
maliyetle açıklıyor. Sinan Tunaoğlunun açıklamalarına göre Karel, Türkiye'nin
ilk sayısal santralını tasarımlayıp üretmesine karşılık (bu santral şu anda
Karel'in Ankara şubesinde kullanılıyor), sayısal teknoloji maliyetinin şu anda
kullanılan teknolojiye göre hemen hemen iki kat fazla olması nedeniyle
santrallarında sayısal teknolojiyi tercih etmiyor. Santrallarda kullanılan
programlar assembler dilinde yazılıyor.
Personel sayısı yaklaşık
olarak 150. Şirketin merkezi, santral satışlarının yüzde yetmişinin İstanbul'da
gerçekleşmesi yüzünden, İstanbul'a taşınmış. Ancak tasarım ve üretim Ankara'da
yapılıyor. Tasarım ve üretimi daha rahat ve modern bir ortamda gerçekleştirmek
için Ankara Sincan'da 5000 metrekare kapalı kullanım alanı olan yeni bir tesis
inşaa ediliyor. Üretimin tamamen otomatik bir şekilde gerçekleştirileceği bu
tesisin yaklaşık olarak 5 milyon dolara mal olması öngörülüyor. Bu tesise
önümüzdeki ay taşınmayı planlıyorlar.
Karel'in şu ana kadarki
toplam santral üretimi yaklaşık olarak 70000 adet. Günlük santral üretimleri
ortalama 100 adet. 1992 Ciroları yaklaşık 10 milyon dolar.
İç tüketimin büyüklüğü yüzünden
geçen yıla kadar ürettikleri santralları yurtdışına satmayı hiç düşünmemişler.
Ama artık ihracatı ciddi bir şekilde düşünüyorlar. 1992 Yılı içinde sektörün
diğer bir büyük firması Telesis ile birlikte Telecom adında bir ihracat şirketi
kurmuşlar ve bu şirket aracılığı ile
yaklaşık 500 bin dolarlık ihracat yapmışlar. İhracat yapılan ülkeler şu
şekilde sıralanıyor: İspanya, Romanya, Polonya, Portekiz, Yunanistan, Ürdün ve
Mısır. Rutin üretimin ve kalite yükseltme çalışmalarının yanısıra 1993 Yılı
içinde piyasaya yeni bir ürün de çıkarmayı planlıyorlar. Bu ürün telefon
santrallarının konsolu ile yapılan tüm programlamanın ve yazıcıdan alınan
raporların, tümüyle IBM uyumlu kişisel bilgisayarlarla yapılmasını sağlayacak
bir program. Santrala bağlı abonelerin yetki düzeyleri, şifreleri, ortaklaşa
kullanılan programların girişi, hatta telefon numaralarının bilgisayardan
gönderilecek komutlar yolu ile çevrilmesi bu program ile
gerçekleştirilebiliyor. Çağrı kayıt programı da konsol programı da Turbo Pascal
ile yazılmış. İlkönce Turbo Pascal'ın 5.5'unu kullanmışlar, sonra 6.0'a
geçmişler. Şu anda ise 7.0'ı kullanıyorlar. Turbo Pascal'ın program geliştirme
sisteminden oldukça memnunlar. Benim gördüğüm kadarıyla santral kullanıcıları
da bu programların kullanınımının kolay ve zevkli oluşundan memnun kalacaklar.
Karel'de tasarım aşamasında
yoğun bir şekilde bilgisayar kullanılıyor. Baskılı devre kartlarının
tasarımında kullanılan yazılım PCAD. PCAD'in yanısıra çeşitli simülasyon
programları da kullanılmakta. Örneğin, MS26'da kullanılan 80154 kontrolcüsünün
emülatörü yardımı ile santral programını PC ortamında yazmak ve test etmek
mümkün oluyor. Tasarım bölümünde bulunan test aletlerinin hepsinin bilgisayar
bağlantısı var. Bu bağlantıları kullanarak ölçümler bilgisayar yardımı ile
yapılıyor. Sincan'daki fabrikaya kurulacak sistemler ile santralın bütün
işlevlerini otomatik olarak test etmek mümkün olacak.
2- TELESİS (29)
Karel'e göre daha iri
santrallar üretmekte olan Telesis 1983 yılında Kudat Kara ve Hüsnü Tokmen tarafından
kurulmuş. Kudat Kara ODTÜ Elektronik Mühendisliğinden mezun. Hüsnü Tokmen de
elektronik mühendisi ve yüksek öğrenimini İngiltere'de tamamlamış. Hüsnü
Tokmen'in bilgisayar üstüne doktorası da bulunmakta . Her ikisi de Telesis'ten
önce çeşitli işlerde çalışmışlar ve telekomünikasyon alanındaki gelişmeyi
farkedip santral üretimine başlamışlar. Telesis'te bir yıl çalıştığım için
yakından biliyorum: Her iki ortak da çalışmayı herşeyden çok seven işkolik
kişiler. Kudat Kara'nın nikahından hemen sonra kotunu çekip işyerine geldiği
hala anlatılır.
Şirketin merkezi ve üretim
tesisleri Ankara'da. İstanbul, İzmir ve Antalya'da ise satış ve servis büroları
bulunuyor. Şirket bünyesinde 15'i mühendis olmak üzere 100 kişi çalışıyor.
Türkiye'deki ilk küçük çaplı özel elektronik telefon santrallarının (PBX)
üretimi TELESİS tarafından 1984 yılının başlarında gerçekleştirilmiş. Bugün
üretilen santralların montaj ve bakımı ülke çapında 300'den fazla yetkili satıcı tarafından yapılıyor.
Telesis'in şu anda üretmekte olduğu santralların modelleri PX-24, ISDX-2048 ve
X1 olarak sıralanıyor. Modellendirmede kapasite ve teknoloji temel alınıyor.
PX-24'lerin kapasitesi 168 port, ISDX'lerin kapasitesi 2048 port ve X1'lerin
kapasitesi de 8064 porta kadar çıkabiliyor (bir port bir iç ya da dış hatta ya
da özel bazı sinyal kanallarına karşılık geliyor).
Haziran 1993 itibarıyla
toplam 400.000 dahili hatta ulaşan 7000 adet santral kullanımda bulunuyor. 1992
Yılında Türkiye'de kullanıma sokulan dahili hatların yüzde 40'ı Telesis tarafından
üretilmiş. Şu anda Karel'le birlikte kurdukları Telecom şirketi aracılığı ile
de Polonya, İspanya, Yunanistan, Lübnan, Ürdün, Bulgaristan, Romanya, Kıbrıs,
Portekiz, Tanzanya, Mısır ve Nijerya'ya da düzenli olarak ihracat yapılıyor.
Telesis halen en fazla PBX (özel telefon santralı) ihraç eden firma
konumundadır. Kurulu santral sayısının Karel'e göre düşük olduğu dikkatinizi
çekmiştir (Karel'in kurulu 70.000 santralına karşılık 7.000 santral).
Telesis'in santralları Karel'e göre daha büyük kapasitelere sahip. Bu yüzden
santral sayısı düşük ama bu santralların hat kapasitesi oldukça yüksek.
Telesis'in santralları kapasite olarak PTT'nin büyük ve herbiri 10-20 bin hat
içerebilen santralları ile Karel'in 2-10 hatlık küçük santralları arasında
kalıyor. Karel santralları genel olarak özel sektörde kullanılmakta iken
Telesis'in en büyük müşterisi devlet (Telesis'in ürettiği santralların hemen
hemen yarısı devlet kuruluşlarına gidiyor).
Telesis, X1 tipi
santralların işlem modülü olarak bilgisayar ana kartlarını kullanmaya başlamış.
Evet, yanlış duymadınız: Bu santrallarda 286'lı, 386'lı işlemciler bulunduran
bilgisayar anakartları kullanılıyor. Telesis tarafından yapılan açıklamada
bilgisayar ana kartlarının kullanılma nedeni şöyle açıklanıyor:
"Telesis, kuruluşundan
günümüze değin santral merkezi işlem birimi olarak hep Intel mikroişlemcilerini
tercih etmiştir. Bunun temel nedeni Intel mikroişlemcilerini kullanan
sistemlerin ve bu sistemlerde kullanılabilecek yazılımların çok yaygın
oluşudur. Telesis'in ilk nesil santralları olan ve artık üretilmeyen AX modeli
santrallarda 8085 mikroişlemcileri kullanılırken daha sonra ISDX ve PX
modellerinde 80188 işlemcisi (8088'in türevi bir işlemci; ek olarak bazı
kontrol devrelerini içeriyor) kullanılmıştır. Mikrobilgisayar teknolojisinde
son on yıldır yaşanan değişikliklerin önümüzdeki yıllarda da süreceği bellidir.
Bu nedenle ana işlem birimi tasarımları (üzerinde mikroişlemci, ROM, RAM ve I/O
için birtakım portlar vb. bulunan santralın ana kartı) çok uzun süreli olmamaktadır.
Üç-dört yıl önce bunun farkına varan Telesis, büyük boy santralları olan X1
santrallarında kullandığı tasarımların bir anda "eski teknoloji"
durumuna düşmemesi için ana işlem birimi olarak kişisel bilgisayarların ana
kartlarını kullanmaktadır."
Bu açıklamadan anlayacağınız
gibi bir santralın en önemli bölümü ana işlem bölümüdür. Önemine paralel olarak
bu modeli tasarlamak da çok zordur. Yapılan tasarımlardaki hataları düzeltmek
pahalıya mal olur. Üstelik gelişen teknolojinin olanaklarını var olan özgün
tasarımlara aktarmak kolay olmaz. Halbuki ana işlem birimi olarak standart bir
bilgisayar ana kartı seçilirse ve santrala özgü işlemler bu kart üzerine
takılan özel olarak geliştirilmiş kartlarla sağlanırsa sistem çok esnek bir
yapı kazanır. Örneğin, Telesis ilk başta 286 tabanlı ana kartlar kullanırken
386'lı kartların fiyatlarının düşmesiyle birlikte 386'lı kartlar kullanmaya
başlamış ve bu yolla sistem performansını, ek olarak daha başka bir işlem
yapmadan kat kat arttırmıştır.
Telesis, bu ana kartın
genişleme yuvalarına takılan üç ayrı kart geliştirmiş. Bu kartlar yoluyla
telekomünikasyona özel işlemler yapılabiliyor. Bu üç kart şöyle sıralanıyor:i)
santralı çalıştıran programların, sistem parametrelerinin ve geçici tabloların
tutulduğu bellek birimlerini içeren bir kart ii) sayısal anahtarlama kartı,
iii) seri iletişim kanallarını içeren bir kart.
Telesis'in ürettiği
santrallar tamamen sayısal. Telefon alanında "sayısal" terimi şu
anlama geliyor: Sesler belli aralıklarla örnekleniyor ve alınan her bir örneğe
karşılık 0 ve 1'lerden oluşan bir sayı oluşturuluyor; yani, analogdan sayısala
dönüşüm yapılıyor. Sayısal sinyallerin işlenmesi ve dağıtılması son derece
kolay. Bu sesler herhangi bir bilgisayar verisi gibi işlenip saklanabiliyor.
Sayısal teknolojinin getirdiği kolaylıklar ile santral özellikleri (çağrı
yönlendirme, konferans vb.) çok kolay bir şekilde arttırılabiliyor. Sayısal
sistemde sesler ya da diğer analog sinyaller rakamlara dönüştürüldükten sonra
bu rakamlar üzerinde her türlü işlemi rahatça yapabilirsiniz. Örneğin, gelen
sinyalleri alçak geçiren bir filtreden geçirmek isterseniz yapacağınız şey bir
analog filtre tasarlamak değil ses sinyallerini rakamlara dönüştürdükten sonra
her bir rakamı kendisinden önce gelen, diyelim beş adet rakamın bir ortalaması
olarak değiştirmektir. Sayısal sistemde bu kadar basit olan filtre tasarımı
analog sistemde insana kök söktürebilir. Bir başka örnek de sesli mesaj bırakma
(voice mail). Sayısal sistemde bu işi başarmak oldukça kolay: Ses sinyallerini
rakamlara dönüştürüp bellekte saklarsınız ve gerektiğinde de diğer abonelere
iletirsiniz. Analog sistemde, kullanılan malzemenin niteliği de büyük önem
taşır; çünkü tasarımınız ne kadar iyi olursa olsun elinizdeki malzeme
spesifikasyonlara uymuyorsa bir çok sorunun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Böyle
durumlarda analog tasarım işlemi, deneme yanılmanın önem kazandığı, sezgilerin
bilgiden daha çok işe yaradığı, bilimden çok sanata ve sihre benzeyen bir yapı
kazanır. Sayısal sistemde tasarım daha mantıklı ve öngörülebilir bir yapıdadır.
Bu sistemde sinyalleri işleyen programların önemi çok fazladır. Sayısal
sistemler bir kez oluşturulduktan sonra sistem üzerinde işlem yapmak son derece
kolaydır. Ama üzerinde işlem yapılacak sayısal sistemi tasarlamak ve gerçekleştirmek
oldukça zordur. Örneğin, Aselsan çok büyük bir araştırma-geliştirme bölümüne
sahip olduğu halde sayısal santralları Hollanda'nın Philips firmasından aldığı
teknoloji ile üretebiliyor. Bu örneği gördüğümüzde, Telesis'in yıllardır
tümüyle sayısal santrallar tasarımlayıp üretmesinin büyüklüğü daha iyi ortaya
çıkıyor.
Telesis içinde bilgisayar
yoğun bir şekilde kullanılıyor. En güçlü bilgisayarlar tahmin edebileceğiniz
gibi tasarım bölümünde yer alıyor. Tasarım için kullanılan program elektronik
devre tasarım programlarının Cadillac'ı olan PCAD. Telesis bu programın
Türkiye'deki sayılı kullanıcıları arasında.
Santrallarda kullanılan programların yazımı için de Microsoft'un
Assembler'ı kullanılıyor. Santral programları EPROM'larda saklanıyor ve her biri
en az 50-60 KB büyüklüğe ulaşıyor. Yüksek düzeyli ve telekomünikasyon için
optimize edilmiş diller henüz tercih edilmiyor.
Telesis santrallarının da
bilgisayar bağlantısı var. Bilgisayarda kullanılabilen ve yine Telesis'te
geliştirilen programlar yardımı ile santral konsolundan yapılan bütün işlemler
bilgisayardaki program aracılığı ile yapılabiliyor. Ayrıca konuşma bilgileri de
bilgisayarda oluşturulan veri tabanlarında saklanıp işlenebiliyor. Çağrıları
kaydeden program bir TSR olarak çalışıyor. Yani, sürekli bellekte kalıyor ve
santralden bilgi geldikçe devreye girip bilgileri diske yazıyor. Bu yapı
sayesinde bilgisayarlar santrala adanmadan başka işlerde de kullanılabiliyor.
Gelen bilgilerin işlenebildiğini söylemiştik. Alınan bilgiler aboneye, tarihe,
görüşme süresine, aranılan numaraya göre sınıflandırılıp raporlar halinde
sunulabiliyor. Ayrıca santral parametrelerinin hepsini bilgisayara aktarmak ve
bir dosya şeklinde saklamak da mümkün. Bu olanak Telesis gibi yüksek kapasiteli
santrallar üreten bir firma için çok yararlı. Çünkü santralda sorun çıktığında
yüzlerce abone için girilmiş parametrelerin yeni baştan tek tek girilmesine
gerek kalmadan bilgisayarda bulunan dosyadan santrala bilgi aktarımı
yapılabiliyor.
3-MULTİTEK (30)
Multitek telekomünikasyon
alanında yeni bir firma ama pazar payı sürekli artıyor ve kendilerine
fanatiklik ölçüsünde bağlı bayiiler ediniyor.
Multitek de Karel gibi iki
kardeşin kurduğu bir firma. Kardeşlerden Adnan Demirkol 1973 yılında İTÜ
Elektronik Mühendisliği bölümünü bitirmiş. 1974'De Amerika'da Wisconsin Madison
üniversitesinde master yapmış. Yine aynı üniversitede üç yıl boyunca araştırma
görevlisi olarak çalışmış ve ders vermiş. Yarı iletkenler üzerine yabancı
dergilerde yayınlanan 10 kadar makalesi var. Türkiye'ye dönünce Netaş ve Türk
Telefon firmalarında çalışmış. 1989 Yılından bu yana da Multitek bünyesinde
çalışıyor.
Küçük kardeş Mehmet Demirkol
ise 1982 yılında İTÜ Denizcilik Yüksek Okulu'ndan mezun olmuş. 1987 Yılına
kadar denizcilik sektöründe çalışan Mehmet Bey 1987'de Multitek'i kurmuş.
Multitek, ilk başlarda bazı özel kontrol devreleri yaparken 1991 yılında
telefon santralı üretimine başlamışlar.
Multitek'in şu anda
üretmekte olduğu iki tip santral var. Bu santrallar Star 1 ve Star 2 olarak
adlandırılıyorlar. Bu iki santral arasında yalnızca kapasite farklılığı var.
Star 1 santralı 8 harici, 56 dahili hatta kadar büyüyebilirken Star 2 santralı
4 harici, 12 dahili aboneye kadar büyüyebiliyor. İki santralda kullanılan
programlama kodları ve santralın çalışmasını sağlayan program tamamen aynı.
Santralın iç çalışmasını sağlayan program Karel ve Telesis'tekinin tersine
makine dilinde değil de telekomünikasyon alanında standart koyucu bir örgüt
olan CCITT kuruluşunun öğütlediği ve STL adı verilen, telekomünikasyon için
özelleştirilmiş bir program ile
yazılmış. Yapısal programlamaya uygun olan STL ile program geliştirimi ve hata
ayıklaması olağanüstü hızlı oluyor. Santral işlevleri kolaylıkla tasarımlanan
ve eklenip çıkarılabilen küçük program modülleri ile sağlanıyor. Adnan Bey kısa
zamanda sağladıkları büyük başarıyı büyük ölçüde STL'e borçlu olduklarını
düşünüyor. Her iki santralda da işlemci olarak Motorola'nın 6802 mikroişlemcisi
kullanılıyor. Bu da Intel çıkışlı işlemciler kullanan Karel ve Telesis'e göre
çok farklı bir seçim. Bağlantılar için yine Karel'de olduğu gibi doğrudan
bağlama yöntemi seçilmiş, herhangi bir modülasyon yok. Bunun nedeni yine
Karel'de olduğu gibi maliyet. Ama yakında üretimine başlamayı planladıkları
büyük santrallarda sayısal bir yapı düşünüyorlar.
Multitek santralları Karel
ve Telesis'e göre bazı farklılıklar arzediyor. Örneğin, bu santrallara telefon
devreleri bağlanabildiği gibi alarm devreleri de (yangın, hırsızlık vb.)
bağlanabiliyor. Böylece alarm devreleri için de başka bir alarm santralı almaya
gerek kalmıyor. Bir başka özellik de santralların yıldırıma karşı korunmalı
olması. Santralın tasarımı ve testleri sırasında yıldırıma karşı etkin bir
koruma sağlanmaya çalışılmış. Bu amaçla çok yüksek gerilimler telefon
devrelerine verilerek yıldırım etkisi benzetilmeye çalışılmış ve yıldırım
düştüğünde en çok zarar görebilecek devreler saptanmış. Daha sonra da bu
devrelere özel koruma devreleri eklenmiş. Bu şekilde yıldırıma karşı en etkili
tasarıma sahip olduklarını iddia ediyorlar. Bayiilerinin ifadeleri de bu
iddiayı doğrulayıcı yönde.
İlk santrallarını 1991 Mart
ayında satmışlar. İlk başlarda yakın çevrelerine ayda 5-10 taneyi geçmeyecek
şekilde bir satışı ancak yaparken şimdi ayda yaklaşık 400 santral üretiliyor ve
satılıyor. Şu anda Ümraniye'de bulunan üretim tesisleri ile bu sayıyı
arttırmanın olanaksız olduğunu düşünüyorlar. Yakında taşınacakları yeni üretim
tesislerinde bu sayıyı ilk aşamada 600'e çıkarmayı planlıyorlar. 1200 Metrekare
kapalı alanı olan yeni tesisleri İstanbul Dudullu'da bulunuyor. Şu ana kadar da
yurt içinde ve yurt dışında toplam 10000 kadar santral satmışlar. Yine Karel ve
Telesis'te olduğu gibi ihracat Multitek için de çok önem kazanan bir konu. Şu
anda Ürdün, Romanya, Mısır ve Yunanistan'a ihracat yapıyorlar. 1992 İçindeki
ihracatları yaklaşık 250.000 dolar ve bu yıl rakamı 300.000 dolara çıkarmayı
planlıyorlar. Geçen yılki toplam ciroları yaklaşık 7 milyar lira. Bu yılki
cirolarının 20-25 milyar lira arasında olacağı hesaplanıyor.
Multitek'in bir başka farklı
özelliği de santralda kullanılan kartları fason olarak başka şirketlere
yaptırmaları. Bu seçim Multitek'i üretim gibi oldukça masraflı ve organizasyonu
zor bir işten kurtarıyor. Multitek bünyesinde yalnızca tasarım ve dışarda
üretilen devrelerin testi ve santral montajı yapılıyor. Bu yapı Multitek'e
maliyetleri azaltma ve daha esnek bir yapı kurmada oldukça yararlı olmuş.
Devrelerin testleri hepsi de meslek lisesi ya da yüksek okulu mezunu olan
elemanlar tarafından yapılıyor.
Multitek'in şu andaki toplam
personel sayısı 30. Dudullu'daki 1200 metre kare kapalı olan yeni tesislerine
taşındıklarında bu sayıyı arttırmayı planlıyorlar.
Devre tasarımları için Smart
ve Board Maker adındaki bilgisayar programlarını kullanıyorlar. Santral
aracılığıyla yapılan görüşmeleri bilgisayar aktaran ve diğer şirketlerin
santrallarında olduğu gibi TSR olarak çalışan bir ücretlendirme ve rapor
programları da var. Bilgisayarın bir başka kullanım alanı ise satılan
santralların bilgilerinin izlenmesi. Bu amaçla da özel bir program
kullanıyorlar.
Dışarda üretilen kartların
testinin Multitek elemanları tarafından gerçekleştirildiğini söylemiştik. Bu iş
için çeşitli ölçüm cihazları kullanılıyor. Test işlemini otomatikleştirmek için
Almanya'dan in-circuit tester cihazları almayı planlıyorlar. Bu cihazlar
gelince hem test süresi kısalacak, hem de güvenilirlik artacak.
BÖLÜM
2 : Türk Telekomünikasyon’un Durumu ve Özelleştirilmesi
Uzun zamandır Türk
Telekomünikasyon’un özelleştirilmesi gündemde. Ama bu konuda halen görüş
birliği sağlanamamış durumda. Birçok kişi Türk Telekom gibi zarar etmeyen ve
nispeten iyi işleyen bir devlet kuruluşunun niçin satılması gerektiğini
kavrayabilmiş değil. Bu yüzden Türk Telekom’un, bir an önce ve tümüyle
özelleşmesinin niçin yararlı olacağını anlatmaya çalışacağım. Bu konu şu anda
Türk Bilişim Endüstrisi için en hayati konulardan birisidir.
Telekom’un özelleştirilmesi
için gerekçeler:
1) Yetersiz hizmet alıyoruz
(bekleyen telefon sayısı)
2) Hizmetleri pahalıya
alıyoruz.
3) Çağdaş hizmetleri çok geç
elde edebiliyoruz (GSM ve Internet gibi)
4) Bazı çağdaş hizmetleri
alamıyoruz (ISDN gibi).
1) Telefon hat kapasitemiz
1983 yılından beri sürekli arttı. Ancak bu artış halen telefona ve diğer
servislere olan talebin altında seyrediyor. Şu anda telefon bekleyenlerin
sayısı milyonlara dayanmış durumda. Türk Telekom özelleşmiş olsaydı telefon
isteyen herkes karşısında birkaç tane şirket bulur ve en kısa zamanda
telefonuna kavuşurdu. Çünkü telefon şirketleri için kazanç telefon sahiplerinin
ettikleri telefonlardan ve yararlandıkları diğer hizmetlerden gelir ve bu
yüzden istekli herkesi an kısa zamanda telefon sahibi yapmak gerekir. Telefonun
yanısıra kablolu televizyon için de bekleyen yüzbinlerce kişi bulunduğunu
anımsamakta yarar var.
2) OECD’nin iki yılda bir
hazırladığı “İletişim Değerlendirmesi”nin 1995 yılı versiyonunda OECD
bünyesindeki 25 ülkenin iletişim
yapıları inceleniyor (31). OECD ülkeleri, dünyanın en zengin ülkelerini
oluşturuyor. OECD ülkelerinde bulunan 409 milyon telefon hattı dünyadaki bütün
telefon hatlarının yüzde 71’ine karşılık geliyor. Bu değerlendirmede iletişim tarifeleri de
karşılaştırılıyor. Bu karşılaştırma üç alanda yapılıyor. İlk iki alanda iş ve
ev telefonları için 3000 değişik özellikte ve değişik mesafelerdeki konuşmaların
maliyeti satın alma gücü paritesi ile karşılaştırılıyor. Bu karşılaştırmaya
göre iş telefonu alanında en pahalı 10
ülke şöyle sıralanıyor:
Sıra |
Ülke |
1 |
Türkiye |
2 |
Portekiz |
3 |
Avusturya |
4 |
İtalya |
5 |
İspanya |
6 |
İrlanda |
7 |
Avustralya |
8 |
Yunanistan |
9 |
Almanya |
10 |
Fransa |
Tablo 2: İş Telefonu
Ücretlerine Göre İlk 10 Ülke
Ev telefonu alanında
sıralama şu şekilde gerçekleşiyor:
Sıra |
Ülke |
1 |
Portekiz |
2 |
Türkiye |
3 |
İrlanda |
4 |
Avusturya |
5 |
İspanya |
6 |
Yunanistan |
7 |
Avustralya |
8 |
İtalya |
9 |
ABD |
Tablo 3: Ev Telefonu
Ücretlerine Göre İlk 9 Ülke
Aynı değerlendirmede
uluslararası görüşme tarifelerine göre ülkeler şu şekilde sıralanıyorlar:
Sıra |
Ülke |
1 |
Japonya |
2 |
Türkiye |
3 |
İspanya |
4 |
Portekiz |
5 |
Avusturya |
6 |
Lüksemburg |
7 |
İzlanda |
8 |
Almanya |
9 |
İtalya |
10 |
Danimarka |
Tablo 4: Uluslararası
Görüşme Ücretlerine Göre İlk 10 Ülke
Görüldüğü gibi Türkiye üç
değerlendirmede de ya birinci ya ikinci.
Yukardaki tablolarda
Japonya’ya ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Japonya’da da özelleştirilmeye
çalışılan bir devlet tekeli var. Bu tekel Japonlara pahalıya patlıyor: Japonya uluslarası görüşmelerde OECD ülkeleri
arasında en pahalı tarifeye sahip ülke. NTT’nin uyguladığı uluslararası görüşme
tarifesi ABD’nin 2.5 katı (32) . Özel telefon hatları Japon vatandaşlarına 3
kat fazla paraya mal oluyor. Japonya’da Internet erişimi de ABD’den 30 kat
pahalı. Yeni bir telefon hattı içinse
“absurd” bir fiyat olan 700 dolar isteniyor. Japonya örneği de
tekellerin vatandaşlara ne kadar pahalıya
mal olduğunu gösteriyor.
Pahalı telefon görüşmeleri
yüzünden dünyanın en az uluslararası görüşme yapan ülkeleri arasındayız. Bir
ITU (International Telecommunications Union) araştırmasının sonuçlarına göre
(33) Türkiye, Cibuti, Bostwana, Swaziland
ve Lesotho gibi Afrika ülkelerinden bile daha az uluslararası görüşme yapıyor.
Aşağıdaki tablo kişi başına düşen uluslarası görüşmeleri dakika (MITT)
cinsinden gösteriyor:
Ülke |
Kişi Başına
Düşen Uluslararası Görüşme
Miktarı (MITT) |
Lüksemburg |
423.7 |
İsviçre |
209.2 |
Belçika |
82.3 |
Avusturya |
81.5 |
OECD
Ortalaması |
21.1 |
İspanya |
18.4 |
Portekiz |
14.1 |
Japonya |
9.4 |
Türkiye |
3.4 |
Dünya
Ortalaması |
7.3 |
Tablo 5: Uluslarası Görüşme
Sürelerine Göre Ülkeler
Pahalı hizmet uydular aracılığı ile gerçekleştirilen veri iletişiminde
de söz konusu. Örneğin, uydular üzerinden veri iletişimi sağlayan Verinet
firmasının Türkiye genelindeki terminal sayısı 50 (34). Türkiye’de uydu veri
iletişiminin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen VSAT terminal sayısı sınırlı
düzeyde. Bu konuda tüketici tarafında caydırıcı olan husus VSAT terminallerinin
aylık abone bedeli. Türk Telekom VSAT terminallerinin herbirinden aylık abon
ebedeli olarak 550 dolar alıyor. Bu bedel daha önce 800 dolardı. Verinet genel
müdürü Ahmet Hamarat, İngiltere’de VSAT terminallerinin yıllık kirasının 15
dolar civarında olduğunu belirtiyor.
Bu bilgilere karşın 21 Mayıs 1996’da Sabah gazetesinde yayınlanan “En
ucuz “alo”yu Türkler diyor” başlıklı haberde Türk Telekomünikasyon
yetkililerinin bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamaya göre Türkiye’de konuşma
tesis ücreti, telefon kirası ve abone ücretleri Almanya, İngiltere, Hollanda,
İspanya, İrlanda ve Norveç’ten daha ucuzmuş.
Telekom’un, Mart 1996 verilerine göre, aylık telefon kirası Türkiye’de
ve diğer ülkelerde şu şekilde:
Ülke |
Aylık Telefon Kirası (Türk Lirası) |
Türkiye |
166.660 |
Almanya |
1.060.500 |
Hollanda |
1.046.500 |
İngiltere |
1.478.000 |
İrlanda |
1.264.000 |
İspanya |
752.500 |
Norveç |
1.169.700 |
Tablo 6: Ülkelerin Telefon
Kirası
Telefon tesis ve görüşme
(kontur) ücretleri de aşağıdaki gibi:
Ülke |
KDV |
Tesis |
Kontur |
Türkiye |
15 |
5.000.000 |
2.000 |
Almanya |
15 |
4.312.000 |
4.830 |
Hollanda |
17.5 |
6.013.000 |
6.580 |
İngiltere |
17.5 |
12.460.000 |
5.250 |
İrlanda |
21 |
15.169.000 |
11.380 |
İspanya |
16 |
5.950.000 |
3.220 |
Norveç |
23 |
8.890.000 |
6.820 |
Tablo 7: Kontur Ücretlerine
Göre Ülkeler
Görüldüğü gibi Türk
Telekomünikasyon, hem satın alma paritesine göre dünyanın en pahalı ücretlerini
uyguluyor, hem de kendisinin en ucuz hizmet şirketlerden birisi olduğunu iddia
edebiliyor.
3) GSM ve Internet gibi
çağdaş hizmetlere çok geç kavuşuyoruz. Aşağıdaki tablo Avrupa Ülkelerinde
GSM’in Hizmete Başlama Tarihlerini gösteriyor (35):
Ülke |
GSM’in Başlama
Tarihi |
İngiltere |
1991 Aralık |
Finlanda |
1992 Ocak |
Danimarka |
1992 Mart |
Fransa |
1992 Temmuz |
Almanya |
1992 Temmuz |
Portekiz |
1992 Ekim |
İsveç |
1992 Kasım |
İsviçre |
1993 Mart |
Norveç |
1993 Mayıs |
Yunanistan |
1993 Temmuz |
İrlanda |
1993 Haziran |
Lüksemburg |
1993 Temmuz |
Avusturya |
1993 Sonbaharı |
Belçika |
1994 Ocak |
Türkiye |
1994 Mart |
Hollanda |
1994 Temmuz |
İspanya |
1995 Temmuz |
İzlanda |
1994 Ağustos |
İtalya |
1995 Nisan |
Tablo 8: Avrupa Ülkelerinde
GSM’in Hizmete Başlama Tarihleri
Görüldüğü gibi Hollanda,
İspanya, İzlanda ve İtalya’dan daha önce GSM hizmetine başlamışız ama bu, yine
de, GSM’e ortalama olarak 2 yıl geriden, Avrupa’nın 15. ülkesi olarak
başladığımız gerçeğini değiştiremiyor.
1 Temmuz 1996 tarihi itibarı
ile Türkiye’de 545.000 GSM kullanıcı bulunuyor.Bu rakam ile Avrupa ülkeleri
arasında dokuzuncuyuz.
Ülke |
GSM Abone
Sayısı |
Almanya |
3.960.000 |
İngiltere |
2.221.000 |
Fransa |
1.451.000 |
İsveç |
1.217.000 |
İtalya |
1.030.000 |
Danimarka |
910.000 |
İspanya |
672.000 |
Norveç |
628.000 |
Türkiye |
545.000 |
Tablo 9: Ülkelerin GSM Abone
Sayıları
Yine aynı değerlendirmede
GSM şebekelerinin 1/1/1996’ya göre yüzdesel gelişimine baktığımızda da Türkiye’nin
birinci olduğunu görüyoruz. Bu rakamlardan çok dinamik bir GSM şebekesine sahip
olduğumuz anlaşılıyor. İki yıl geriden başladığımız halde abone sayımız birçok
Avrupa ülkesinden daha fazla, gelişim hızımız da çok iyi. Eğer siyasi
nedenlerle GSM ihalesi iki kez iptal edilmeseydi GSM şebekesinde daha ileri bir
durumda olabilirdik.
Türkiye'de Internet
hizmetlerinin kullanılmaya başlaması da Türk Telekom'un çalışma yöntemini
göstermesi açısından bir başka örnek. Türkiye'de Internet hizmeti vermeye
hazır birçok firma ve bu hizmetleri almaya, bedelini ödemeye hazır birçok
kullanıcı da varken Internet hizmeti
almak için uzun süre beklemek zorunda kaldık. Türk Telekom bu hizmeti zamanında
ve yeterince veremediği gibi vermek isteyenlere de engel oldu. Şu anda da
Internet altyapısının durumu, Internet Servis Sağlayıcılarının durumu, yurtdışı
erişim hep tartışma konusudur. Bakın bir sektör dergisi olan BT Haber'in
Internet ile ilgili manşetleri nasıl olmuş:
29 Mayıs 1995:
TR-NET'de gelişmeler
Servis
sağlayıcı protokolü hazırlandı
3 Temmuz 1995:
Telekom'dan Internet iletişimine engel!
Türk
Telekom, Internet servisi sağlayan kuruluşlardan hizmetlerini
durdurmalarını istedi.
24 Temmuz 1995:
Internet iletişiminde "demokrasi" çığlıkları"
Internet
servisi sağlayan 6 kuruluşun ortak protokolünde, Türk Telekom'un şirketlere farklı
uygulama yaptığı, TR-NET'in ise artık
kaynaklarının yetersiz kaldığı savunuluyor.
14 Ağustos 1995:
Internet'te tartışma bitmiyor, yeni başlıyor
TT ile
yapılacak anlaşmadan umudunu kesen TÜBİTAK yeni bir oluşuma girdi. TR-Net
özelleştirilerek TR-Net İletişim A.Ş. kuruldu.
21 Ağustos 1995: Türk
Telekom, Turnet ihalesini açtı
29 Eylül 1995:
Internet sorunu çözülüyor
Türk
Telekom A.Ş. Genel Müdürü Cengiz Bulut, Internet ile ilgili yaşanan
sorunların Ocak 1996'ya kadar çözüleceğini söyledi
9 Ekim 1995:
Internet'te gözler ihaleye çevrildi.
16 Ekim 1995:
Başlamadan biten TR-NET A.Ş. öyküsü
TR-NET İletişim A.Ş:'nin çalışmaları donduruldu.
13 Kasım 1995: Internet'te
dönüm noktası
Türkiye'de
aylardır bir sonuca varılamayan kısır tartışmalarla zaman kaybediliyor.
20 Kasım 1995: TURNET
İhalesi Sprint-ODTÜ-Satko'nun
27 Kasım 1995:
TURNET'e yeni ortak mı aranıyor?
15
Ocak 1996: 15 Ocak'ta TURNET servise
açılacak
29 Ocak 1996:
TURNET'te neyin pazarlığı yapılıyor?
Turnet'in
15 Ocak 1996 tarihinde hizmete gireceğinin açıklanmasının
üzerinden 2 hafta geçti.
12 Şubat 1996: TURNET
sözleşmesi TT Yöentim Kurulu'nda
4 Mart 1996: TURNET
yakında hizmete açılıyor
11 Mart 1996: TURNET
ile değişen birşey yok
1 Nisan 1996:
Ulaştırma Bakanının demeci: "TURNET'ten 600 bin dolar gelir
bekliyoruz"
15 Nisan 1996: TURNET
tarifesi belli oldu
27 Mayıs 1996:
Tartışmalı taslak!
Türk
Telekom, servis sağlayıcılar ile imzalayacağı sözleşme ve bu sözleşme
maddeleri hakkında henüz kamuoyuna bir açıklamada bulundu.
Tınaz
Titiz herkesi INTERNET'i kullanmayarak Türk Telekom'u protesto etmeye
çağırıyor.
3 Haziran 1996: Servis
sağlayacılar isyan etti: Taslak tek taraflı!
10 Haziran 1996:
TURNET'te teminat 50 binden 5 bin dolara mı indi?
24 Haziran 1996:
Teminat bedeli 5 bin dolara indi
1 Temmuz 1996:Turnet
erişiminde üniversitelere indirim
15 Temmuz 1996: Türk
Telekom yine sözünü tutmadı.
29 Temmuz 1996:
TURNET, TBMM'de
5 Ağustos 1996: 35
Servis sağlayıcı sözleşme imzaladı.
2 Eylül 1996: TURNET
sonunda kullanıma açıldı
16 Eylül 1996: TURNET,
resmi olarak da hizmete girdi.
4) Şu ana kadar hizmetlerin
pahalı olmasından söz ettik. Ama Turgut Özal’ın “en pahalı mal, olmayan maldır”
sözü burada da geçerli: En pahalı hizmet olmayan hizmettir. Türk Telekom
sayesinde birçok çağdaş hizmetten hiç yararlanamıyoruz. Bu hizmetlerin başında
da ISDN geliyor. Şu anda ISDN konusunda en geri ülkelerden birisiyiz. İletişim
altyapımız yeterli olduğu halde, ISDN hizmeti almaya hazır müşteriler de
olduğu halde, daha bir tane bile ISDN
hattımız yok.
Avrupa ülkelerinde ISDN’nin
başlama tarihlerini ve tüm ülke çapında yaygınlaşmasını gösteren aşağıdaki tabloya
bakalım (36):
Ülke |
Başlangıç |
|
% 100 Kapsama
Tarihi |
Almanya |
1989 |
|
1995 |
Avusturya |
1993 |
|
1995 |
Belçika |
1989 |
|
1995 |
Danimarka |
1992 |
|
1994 |
Finlandiya |
1993 |
|
1995 |
Fransa |
1987 |
|
1995 |
Hollanda |
1991 |
|
1994 |
İngiltere |
1991 |
|
1994 |
İrlanda |
1993 |
|
1997 |
İsveç |
1993 |
|
1995 |
İsviçre |
1989 |
|
1994 |
İtalya |
1993 |
|
1996 |
Lüksemburg |
1993 |
|
1994 |
Norveç |
1993 |
|
1995 |
Yunanistan |
Yok |
|
Yok |
Tablo 10: Avrupa Ülkelerinde
ISDN Uygulamaları
Görüldüğü gibi Yunanistan
dışında şu anda ISDN hizmeti vermeyen Avrupa ülkesi bulunmuyor. Bizde ISDN’nin
ancak 1997 yılında devreye alınması planlanıyor. (37)
NOTLAR:
1) BT Haber, sayı 50
2) BT Haber, sayı 84
3) BT Haber, sayı 63
4) BT Haber, sayı 49
5) BT Haber, sayı 85
6) BT Haber, sayı 91
7) BT Haber, sayı 86
8) 16/8/1996 Tarihli Sabah
gazetesinde yayınlanan haber şöyle: ”Avrupa’nın en büyük ses ve video kaseti
üreticisi olan Raks holding, Almanya’nın en büyük şirketlerinden BASF AG’nin
manyetik bant üreten şirketi BASF Magnetics’i satın alıyor. 1997 başından
itibaren geçerli olacak anlaşmayla Raks, bu alanda dünya devi olmaya
hazırlanıyor.”
9) BT Haber 72: Çukurova
Grubu, hedeflerine ulaşabilmek için gerekirse kendi uydusunu bile atmayı
düşünüyor. Superonline yönetim kurulu üyesi Babür Özden, uydu atmanın
maliyetinin sanıldığı kadar yüksek olmadığını belirterek: Hedeflediğimiz
noktalardaki bir uydu, 90 milyon dolar civarında. TURKSAT gibi daha pahalı bir
uydu da 300-350 milyon dolara mal oluyor. Bunlar bugün Türkiye’de
telekomünikasyon alanında büyük paralar yatırmış, kazanan firmalar için küçük
yatırımlar. Uydu atmak buraya bina yapmaktan daha kolay bir iş. Ama bizim için
uydu atmak hedef değil. Sadece hedeflerimize ulaşmak için bir araç olabilir.
Gerekirse atarız.” diyor.
10) BT Haber , sayı 91
11) BT Haber, sayı 69: 1996
Yılı Yatırım Programına göre 43'ü üniversiteler olmak üzere toplam 58 kuruluş,
bu yıl 1 trilyon 900 milyar TL değerinde teknolojik araştırma yapacak. Bu
teknolojik araştırmalar içerisinde bilgi teknolojisi alanında araştırma yapacak
üniversite sayısı 12, kuruluş sayısı ise 5. Toplam 17 kuruluşun BT alanında
yapacağı teknolojik araştırmalar için öngördüğü rakam 146 milyar 250 milyon TL.
12) TBD Bilişim 94
13) Computerworld Monitör,
19 Şubat 1996
14) BT Haber, sayı 63
15) BT Haber, sayı 47
16) BT Haber, sayı 20
17) PC Günlüğü, Eylül 1993
18) Ostim Dergisi, sayı 41
19) PC Günlüğü, Ekim 1993
20) Business Week, 4 Aralık
1995
21) Business Week’in 26
Şubat 1996
22) Computerworld Monitör,
22 Nisan 1996: Karma International, sermaye yapısını güçlendirmek amacıyla 1998
yılında ABD borsasına açılmayı planlıyor.
23)
24) BT Haber, sayı 48
25) Future’s Technologies,
Nisan 1996
26) Business Week, 4 Aralık
1995
27) European Computer
Sources, Kasım 1994
28) PC Günlüğü, Temmuz 1993
29) PC Günlüğü,
Eylül 1993
30) PC Günlüğü, Kasım 1993
31) Public Network, Nisan
1995
32) Business Week, 11 Mart
1996
33) Computerworld Monitör,
263
34) Computerworld Monitör,
23 Eylül 1996
35) Public Network, 1996
Eylül
36) Public Network, 1994
Eylül
37) BT Haber, sayı 92